Sonsuzluk İsteği
“Sonsuza kadar” ifadesi genellikle duygusal bir anlam taşır ve bir bağlılığı veya sürekliliği ifade etme arzusunu yansıtır. İnsanlar, sevdikleriyle ve kıymet verdikleri değerlerle bağlarını güçlendirmek ve onları, hayatlarının bir parçası olarak görmek istediklerini ifade ederken “sonsuzluk” manasına gelen ifadeleri kullanırlar.
Bu yazıyı altı mayıs gününde yazıyorum. Bugünün bir hususiyeti var. Hızır Aleyhisselam ile İlyas Aleyhisselam’ın buluştukları gün olarak bilinir. Buluşmalar sonsuza kadar mı devam edecek? Yoksa bir sonu olacak mı?
Baştaki sorunun cevabı için şöyle söylenebilir: “Dünya döndükçe…” Çünkü buluşmalar dünyada ise dünya dönmeyi bitirdiğinde buluşmalar da doğal olarak son bulacaktır.
Günlük hayatımızda konuşurken “sonsuza kadar” kelimesini, üzerine fazla düşünmeden kullanıveririz. “Sonsuz”, “ebedi”, “sınırsız” “hiçbir şekilde son bulmayacak” gibi cümleler dilimizden dökülürken iki defa düşünmek lazım. Sınırsız “bir zaman” ya da “bir şey”, mümkün müdür?
“Sonsuza kadar” ifadesi genellikle duygusal bir anlam taşır ve bir bağlılığı veya sürekliliği ifade etme arzusunu yansıtır. İnsanlar, sevdikleriyle ve kıymet verdikleri değerlerle bağlarını güçlendirmek ve onları, hayatlarının bir parçası olarak görmek istediklerini ifade ederken “sonsuzluk” manasına gelen ifadeleri kullanırlar.
Gerçek hayatta, Hazreti Allah, insan ömrünü sınırlı yaratmıştır. Yıldızlar bile doğar ve ölür. Kaynaklar tükenir. Yaratılan her şey, yok olma sürecine tabidir.
Zihinlerde deveran eden sonsuzluk konusuna, farklı misallerle derinlik katmaya çalışalım.
İlginç bir hesap
Hâdise, Hindistan’da yaşanır. Halkına karşı yanlış düşüncelere düşen bir kral vardır. Bu kral, bütün iyilikleri kendinden bilirken, diğer insanların hepsini birer problem, devleti ve kendisi için bir yük olarak görmektedir.
O diyarda yaşayan bir zât, bunun böyle olmadığını ona göstermek için stratejik hamlelerden oluşan bir oyun dizayn eder. Oyun üzerinden krala, halkın olmazsa sen bir işe yaramazsın mesajı vermek istemektedir. Düşünür, taşınır ve oyununu yapar, krala takdim eder. Daha önce hiç görülmemiş bu oyundaki stratejik hamleler, herkes tarafından çok beğenilir. Kral da çok beğenir oyunu. Peki, istenilen mesaj, krala ulaştırılabilmiş midir? Cevap; “oldukça”dır.
Oldukça, çünkü hediyeden memnun kalan kral, “Dile benden ne dilersen!” gibi bir cümle kurar. Böyle söyleyerek yine, olaylar ve nesneler karşısında kendini çok yükseklerde bir yere konumlandırmaktadır.
O kişi, bir kurguladığı oyununa bakar, bir de krala… Anlam veremez, çünkü vermek istediği tevazu mesajının tam zıddı bir durum yaşanmaktadır. Oyun beğenilmiştir ama mesaj anlaşılmamıştır. “Dilediğim her şeyi verebileceğinizi düşünüyorsunuz o hâlde, bu oyunun birinci karesi için bir buğday, ikinci karesi için iki buğday, üçüncü karesi için dört ve dördüncü karesi için sekiz buğday istiyorum. Bu şekilde her karede, bir öncekinin iki misli kadarcık buğday verin.” der.
Kral, kendisi gibi kudretli birinden, isteye isteye üç beş tane buğday istendi zanneder. Biraz da küstahça, “Hesaplayın ve verin şuna buğdayını! Hatta hak ettiğinden bir tane de fazla ilave edin.” der.
Buradan sonra iş, kralın adamlarına geçer. Çünkü hesaplamak, göründüğünden zordur. Bir, iki, dört, sekiz, on altı, on birinci kareye gelindiğinde verilmesi gereken buğday adeti 1024’e çıkar. Bu noktalarda bir iki avuç buğday ile bu işi halledeceklerini düşünürler. 15. karede hesap 1,5 kilo buğdaydır. 25. karede vermeleri gereken buğday 1,5 tondur ama bu rakam da onların canını sıkmaz.
33. kareye geldiklerinde vermeleri gereken buğday 368 ton olur. Şakaya gelir bir iş olmadığını görürler. Hesap 49. karede 24 milyon ton civarındadır. Eski kitaplarda, burada hesap yapma bırakılmış ve konu, sonsuzluğa atfedilmiş. Son rakam, Türkiye’nin 2023 yılı buğday üretiminden (22 milyon ton civarı) fazladır.
Günümüz şartlarında hesabı devam ettirelim. 54. karede 771 milyon ton buğdaya ulaşırız. 64. karede ise hesap şu şekildedir: “18.446.744.073.709.551.615”. Sayı, bugünkü ölçülerde yaklaşık, 1500 yıllık dünya buğday üretimine denk gelmektedir.
Sayılarda sonsuzluk konusu
İlişkiler sona erebilir, insanlar ayrılabilir veya “sonsuzluk” üzerine değer atfedilen şeyler değişebilir. “Sonsuzluk” daha çok duygusal ifade olarak kabul edilir ve gerçek hayatta karşılığı yoktur. Böyle olduğu hâlde insanlar, bol keseden sonsuz sürelerden bahsederler. Birkaç misal:
► 18 milyar saniye de olsa seni bekleyeceğim.
Zamanı, saniye ile ifade, insanda farklı bir his uyandırıyor. 18 milyar saniye yaklaşık 208 bin gün ve 571 yıl yapıyor. O da İstanbul’un fethinden bugüne kadar geçen zamanı ifade ediyor.
► Bir milyon gün geçse de duygularım değişmeyecek…
Bir milyon gün, yaklaşık 2740 yıl. Gerçekten bir duygu, bu kadar kalıcı olabilir mi?
► 1 milyar saniye de sürse anlatmaya devam edeceğim.
31-32 yıl aynı şeyi anlatmaya devam edebilir mi insan? Çünkü 1 milyar saniye, yaklaşık 11 bin 574 gün yapıyor. Bir insan, bu kadar süre aynı şeyi yapmaya devam edebilir mi?
Bazı insanlar, büyük sayılarla uğraşır, bazıları ise küçüklerle. Bir zamanlar Afrika’da bir kabile yaşarmış, onlar, bütün hayatlarını üç sayı ile görürlermiş: “Bir”, “iki” ve “çok”…
Bunun yanında, bir trilyon, on iki sıfırla yazılır. Yüz tane sıfır kullanıldığında buna bir “gogol” deniliyor. Bir gogol tane sıfır ile yazılan sayıya da bir “gogolpleks” deniliyor.
1 gogol = 10100
10000000000
0000000000
0000000000
0000000000
0000000000 10 sıra
0000000000
0000000000
0000000000
0000000000
0000000000
Kâinatta bugüne kadar keşfedilebilen bütün elementleri ifade etmek için 79 sıfır kullanmak yetiyor.
Bazı insanlar büyük sayılarla uğraşır bazıları ise küçük sayılarla. Bir zamanlar Afrika’da bir kabile yaşardı, onlar bütün hayatlarını üç sayı ile görürlermiş: “Bir”, “iki” ve “çok”…
Son misal
İhyâü Ulûmi’d-Dîn kitabından, insanı düşündüren farklı, ibret dolu misaller ve anlatımlar vardır. Dördüncü cilt, dördüncü beyan “Zevklerin En Üstünü ve En İyisi, Allah’ı Bilmek ve Onun Cemaline Bakmak Olduğu…” başlığı altındaki paragraflar arasında dolaşarak birkaç cümleyi seçelim:
► İnsanoğlu, alelâde şeylerde bile ilimden dem vurmak ve onunla övünmek ister. Hatta satranç benzeri alelâde oyunları bilen biri bile, bu husustaki bilgisini göstermek ve başkasına öğretmek ister. Bütün bunlar ilmin ve bilginin son derece zevkli olmasından ileri gelir. İlim, rububiyyetin hususi niteliklerindendir ve kemâlin son mertebesidir.
► İlmin zevki, ilmin şerefi nispetindedir. İlmin şerefi de malumatın şerefi nispetindedir. Malumatta ne kadar şeref, kemâl ve yücelik varsa, ilim de o nispette şerefli ve yücedir.
► Zevkler, zâhiri ve bâtıni olmak üzere ikiye ayrılır. Zahirî zevkler beş duyu organıyla elde edilen zevklerdir. Bâtınî zevkler; ilim, keramet ve üstünlük, başkanlık gibi zevklerdir. Zira bu zevkler beş duyu organının zevkleri değildir.
► Zira Cennet, hislerin faydalandığı yerdir. Kalbin zevki ise, ancak Allah’a mülakattadır.
Bunları okuduktan sonra, aynı yerdeki sonsuzluğu anlatan şu misale geçebiliriz:
Allah dostlarından biri anlatıyor: “Rüyamda Cennet’e girdiğimi gördüm. Bir kimsenin, sofra başında oturmuş, sağında ve solunda duran iki meleğin kendisine çeşitli yemeklerden yedirmekte olduklarını gördüm…. Sonra Hazîre-i Kuds’e doğru ilerledim. Baktım ki Arış’ın pencerelerinden bir adam, gözünü kırpmadan Allahü Teâlâ’nın cemalini seyrediyor. Cennet’in âmiri olan Rıdvan’a:
Bu kimdir? diye sordum. O da:
Mâruf-ı Kerhî (r.a.) dedi. Çünkü onun Allah’a olan ibadeti, Cehennem korkusu veya Cennet ümidi için değil, yalnız Hazreti Allah’ı sevdiği içindi. Bunun için de Allahü Teâlâ, kıyamete kadar kendisine bakma nimetini bahşetmiştir, dedi.
İnsanlar, hayatı dolu dolu yaşamak isterler. Kullandıkları bazı kavramlardan anlaşılır ki sevdikleri şeylerde, arzuları ve hislerinin sonsuza kadar ondan lezzet duymasına çabalarlar. Bir yerlerde bir sonsuzluk elbette vardır. Peki, varmak istediği sonsuzluğu, insan kendisi mi oluşturur?
Sevinçler, üzüntüler, başarı ve başarısızlıklar, küçük küçük kendi sonsuzluk isteğini inşa ederken, insan sonsuza kadar, sonsuz için ne istediğini bilmeli.