Tarih

Fırça İzinde Sultanlar

Aziz Ömrün Hikâyesi Sultan Abdülaziz Han

Bir heybet, bir ömre yayılan üstün gayret ve içeriden yaralar almış bir saltanatla aziz ömrün tuvallere yayılan hikâyesidir bu. 32. Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz Han, İslam’ın 96. halifesidir. Bu izzete ulaşmadan evvel, çocukluğu da İslam terbiyesiyle geçmiştir. İyi bir eğitim alması, memleketini idare için en iyi şekilde yetişmesi, güçlü edebî yönü, merhametli kişiliği gibi güzel hasletlerinden başka sultan, iyi bir ciritçi ve iyi bir güreşçidir de.

Dokuzlu yaşlarında, babası Sultan II. Mahmud Han’ın vefatıyla, abisi Sultan Abdülmecit Han’ın himayesine girdi. Çocukluğunda da askerliğe sevgi ve temayülü olan sultan, kendisi için diktirilen üniformayı giyer, kılıcıyla sarayda gezerdi. Abisinin gözetiminde çok iyi bir eğitim gördü ve Osmanlı’nın o güçlü hâlet-i ruhiyesiyle büyüdü. Öyle ki abisi vefat edip de devletin emanetini teslim aldığında, tebaası ondaki kabiliyet ve istidadı görüp, yeni bir Yavuz Sultan Selim Han geldi hissiyatına kapılmıştı. Ne var ki, ecdadından bazısı gibi sıkıntılı bir zamanda tahta geçmiş, devleti için hizmetler ederken nice hainlerle de mücadele ederek en nihayetinde hüzünlü bir şekilde dünyadan göç eylemiştir.

Sultan Abdülaziz’in Chlebowski portresi

Polonyalı ressam Stanislaw Chlebowski tarafından 1867 yılında tuval üzerine yağlıboya ile yapılan portre, 245*165 cm ebatlarındadır. Sultan, Beylerbeyi Sarayı olduğu düşünülen bir saray bahçesinde, havuz kenarındadır. Yakası sırma işlemeli bir askerî lacivert üniforma ve üzerine palto giymiştir. Sultanın elbise tezyinatında, altın metal iplik dokusu dikkat çeker. Bu doku, devletin gücünü temsilen seçkin bir görüntü oluşturur. Devlet erkânına mahsus kıyafetlerde mevki arttıkça artan sırma işleme tekniği, diğer devlet adamlarının aksine sultanda gayet yalın ve sade gözükmektedir. Sultanın göğüs kısmında yukarıdan aşağı doğru inen yeşil hamaili* ve başka nişanlarla beraber solda saltanat nişanesi vardır. Belinde bulunan sırma kemer takımının ortasında, ay yıldız figürü dikkat çeker.

Portredeki nişanelerin mahiyeti net anlaşılmamakla beraber, bunlardan birinin, sultanın kendi döneminde ihdas edilen nişan-ı Osmanî Şemsesi olması muhtemeldir. Eğer ki o ise, üzerinde Osmanlıcayla “Osmanlı Devleti’nin hükümdarı, Allah’ın yön göstermesine dayanan Abdülaziz Han” yazmaktadır. Başında özel bir kalıp olan aziziye fesi vardır. Sultanın kendine mahsus bu fesin yüksekliği az, tablası diğer feslere nazaran biraz daha darcadır. Başıyla mütenasip bu fes kalıbı, daha sonra ‘aziziye kalıp’ ismiyle şöhret bulmuştur.

Sultanın yüz hatları burada oldukça gerçekçidir. Sol elinde sırma püsküllü saltanat kılıcını tutar. Sol ayağı bir adım öndedir ki bu duruş, ferasetinin mevkidaşlarına göre hep bir adım önde oluşunu hatırlatır. Padişahın arkasında, seyisiyle beraber beyaz ve güçlü atı görünmektedir. Bu portrede ressamın, padişahı bahçe manzarasında ağaçlar arasında göstermesi, onun rahat bir atmosferde olduğu izlenimini vermek içindir. Bu üslup, padişah portreciliğinde o dönem için bir yenilik sayılmaktadır. Söz konusu portre şu an İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir. (Env. No. 17/104.)

Tasvirlerde sultanın etkisi

Chlebowski, 1864 yılında İstanbul’a gelerek padişahın saray başressamı olmuş ve orada yaşamaya başlamıştır. Dokuz yıl kadar sultanın maiyetinde çalışan ressam, Sultan Abdülaziz Han’ın emriyle Osmanlı tarihinin önemli savaşlarını resmeder. Ressam daha sonra, padişahın şu an saray koleksiyonu içerisinde bulunan, sultanı at üzerinde askerlerin önünden geçerken gösteren büyük boyutlu bir portresini de yapar ve 1876 yılında ülkesine döner. Topkapı Sarayı’nda Sultan Abdülaziz’in aynı sanatçı tarafından yapılan 1866 tarihli bir büst portresi de bulunmaktadır.

Sultan, şanlı ecdadını resimlerle de kalıcı yapmak üzere ressamlara bolca tasvirler yaptırmıştır. Cülûs törenlerini, bayramları, devlet adamlarını betimleyen, askeri üsleri detaylıca tasvir eden bu eserler, döneme dair bilgilere ulaşmak bakımından önemlidir.

Aziz sultanın derin şefkati galip gelip, bazı savaş tablolarını yaptırırken yerde yatan şehit ve yaralı Türk askerlerin tasvirlerine dayanamadığı, çoğu zaman bu kısımların silinmesini irade buyurduğu da bilinmektedir.

Chlebowski’nin eserleri içerisinde, Kanuni Sultan Süleyman Han ve Sultan 4. Murat Han’ın savaş meydanlarındaki güçlü ve ihtişamlı tasvirleriyle beraber, İstanbul’un çeşitli tasvirleri de bulunmaktadır. Orijinal hayattan mülhem bu tasvirler, bizler için çeşitli detaylara ulaşmamızı sağlayan, önemli birer tarihî vesikadır.

Pierre Désiré Guillemet’ın Sultan 

Abdülaziz Han portresi

1873 tarihli tablo, Fransız tarih ressamı Pierre Désiré Guillemet tarafından yapılmıştır. Yağlı boya portre, 140*93 cm ebatlarındadır. Sağ alt tarafta “GUILLEMET Constantinople 1873” imzası yer alır. Sultan, üniformasıyla Çırağan Sarayı’ndadır. Göğsünde dört ayrı nişanesi vardır. Arkada kardeşi tarafından ince bir işçilikle yaptırılan ve Ortaköy Camii diye de bilinen Büyük Mecidiye Camii’nin kubbe ve minareleri görülür. Minare tasviri aynı zamanda, İslam’ın temsilidir. Portre şu an, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir.

Sultanın emrinde çalışan ve yine onun izniyle Pera’da özel bir akademi kuran ressam, orada sanat alanında köklü değişimlerin temelini oluşturmuştur. Ressam, sultanın başka portrelerini de yapmıştır. Sultan, Guillement gibi daha pek çok yetenekli sanatçıya faaliyetleri için çeşitli imkânlar sağlamış, böylece bu dönemde yapılan çalışmalar özellikle resim ve heykel bakımından gelişim göstererek Osmanlı sanatını doruk noktasına ulaştırmıştır.

Her iki portrede öne çıkan özellikler

Guillement ve Chlebowski, her iki ressam da sultanı anıtsal boyda resmetmiştir. Çünkü Avrupalı kralların da tercih ettiği bu üslup, hükümdarlık ve gücü simgeler. Bu portrelerde sultanın babası Sultan 2. Mahmud Han’ın ortaya koyduğu kıyafet değişikliği görülmektedir. Sultanın yeni üsluba uygun giyimi, aynı zamanda bol kesimiyle Doğu kültürü ve İslamî üslubu da yansıtmaktadır. Böylece sultan, bu giyim biçimiyle aziziye denilen özgün üslubunu ortaya koymuştur.

Aynı zamanda bu dönem, sanat tarihi açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Tuval geleneğine olan ilginin artmasıyla minyatür artık önemini kaybetmiş, tarih kaynakları içerisinde sadece birer hatıra nüshası olarak kalmaya başlamıştır. Fırçalar, yerini deklanşöre bırakmış, fotoğrafın da icadıyla yeni görme ve tasvir biçimleri ortaya çıkmış, özellikle sultanın Batı seyahatleriyle Batı’yla ilişkilerde yeni bir dönem açılmıştır. Osmanlı’nın yeni üsluplar ortaya koyan yeni nesil sanatçıları yetişmiş olup, bunların birçoğu Avrupa’da resim eğitimi gören asker kökenli ressamlardır. Resim sanat tarihimizde önemli yere sahip olan Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid, Halil Paşa, gibi ressamlar da bu grubun içerisindedir.

Ressam sultan

Sultan özellikle yurt dışı ziyaretlerinde resim sanatının çeşitli üsluplarını görmüş, bunlardan etkilenmiş ve resim koleksiyonu oluşturmak üzere birçok sanatçıyı saraya davet etmiştir. Fırsat buldukça kendisi de çeşitli eskizler yapan Abdülaziz Han’ın resim yeteneğine, o dönemde İngiliz sanat dergileri dahi övgüler yazıyordu. Çeşitli sanat otoriteleri tarafından onun çizimlerinden nasıl rahat ve serbest hareket ettiği anlaşılıyor, çizimlerinin akıcılığı takdir görüyordu. Bu çizimlerden 68 kadarı Polonya’daki müzelerde hâlen mevcuttur.

Sultan Abdülaziz Han, profesyonel anlamda resim çizen ilk Osmanlı sultanıdır. Biraz incelendiğinde, ressam fırçalarından çıkan birçok savaş tasvirinin, sultanın eskizleriyle birebir örtüştüğü görülür. Sultan Abdülaziz Han, birçoğunun taslağını bizzat çizmiş, sonra portrelerin bunlara göre resmedilmesini irade buyurmuştur. Donanma için verdiği gemi siparişlerinin planlarını da bizzat kendisi çizmiştir. Ayrıca sultan, heykel ve hat gibi başka sanatlarda da oldukça yeteneklidir.

Çizgileri gibi, kitabeti de güçlüdür. Dili Arapçaya, Farsçaya ve çok iyi seviyede Fransızcaya hâkim olan sultanın, kalemi de şiire, edebiyata ve hatta güçlü bir husnü hatta hakimdi. Validesinin yaptırdığı Bezmiâlem Valide Sultan Camii’nin arka duvarındaki celi sülüs çiniyi, kendisi yazıp hediye etmiştir.

Sultanın şahsî özellikleri

Pehlivan sultanın heybeti öyle şöhret bulmuştur ki, aslen onun büyüklüğünü görmek için kılıcına hacet bile yoktur. Geniş omuzlu ve oldukça kuvvetli olan sultan, değirmi çehreli, ela gözlü, beyaza yakın kumral tenliydi. Sert bakışlı siması, heybetli vücuduyla mütenasip olup varlığı düşmana korku salardı. Buna mukabil, derin bir merhamete sahipti. Sultan, fakir fukaraya sık sık yardım eder, garipleri gözetirdi. Askerini ve tebaasını sever, onlara sık sık altın ihsan ederdi.

İlme önem verir, âlimlere hürmet ederdi. Hele ki mukaddes topraklar, kendisi için önemli bir yere sahipti. Her ne zaman oralardan bir haber gelse, abdestini tazeler, gelen mektupları o toprakların tozunu taşıdığı düşüncesiyle hürmetle okuturdu. İstanbul’da, Konya’da, memleketin pek çok köşesinde kütüphane, çeşme gibi çeşitli hayır yapıları inşa ettirdi. İri yapılı sultanın şefkat dolu gölgesi, tebaası gibi kedileri, kuşları da himaye etti. Kendi oluşturduğu, hayvanat bahçesi sayılabilecek bir alanda vahşi kuşları bile besledi de besleyip doyurduğu devlet adamlarının hırsını doyuramadı. Sultanın bütün özverisine rağmen yine de hırs kılıcını kuşanıp ihanet içinde bulundular.

Darbecilerin çeşitli iftiralarına maruz kalan sultan, söylenilenlerin aksine oldukça sade bir hayat yaşamış, ilim ve takva sahibi, dini bütün bir Müslümandır. Zaten onu şehit eden komite içerisinde bulunanlar dahi onun devletine sadakatini ve siyasetteki liyakatini itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır.

Sultan, ömrü boyunca her hâl ve şartta namazına bağlı kalmış, daima abdestli bulunmuştur. Ekseriyetle zemzem suyu içtiği rivayet edilir. Avrupa seyahatlerinde her ne olursa olsun Batılılara güvenilmeyeceğini, çeşitli kaynaklarda da bahsi geçtiği üzere, abdest suyunu dahi İstanbul’dan alıp beraberinde götürerek göstermiştir. Burada İslam düşmanlarının hilelerine karşı uyanık ve dikkatli olmak gerektiğini de Müslümanlara hatırlatır.

Çeşitli faydalar sağlayan Avrupa seyahati

Sultan, yurt dışına ziyaret maksadıyla giden ilk ve son padişahtır. Diğer sultanlar yurt dışına çıkmışlarsa da bunlar sefer içindi. Fransa imparatoru 3. Napolyon, sultanı Uluslararası Paris Fuarı münasebetiyle Fransa’ya davet etti. Aynı dönemlerde İngiltere kraliçesi Victoria’da davette bulunmuştu.

Sultan, Osmanlı mülkünü koruyup yükseltmek, meydana gelen hadise ve gelişmeleri yerinde müşahede etmek gibi devletin menfaatini sağlayacak çeşitli sebeplerle her iki davete de icabet etti. Sözgelimi, Batı dünyasının savaşlarda hâkim güç olmasının en büyük etkenlerinden biri, tek seferde yedi atış birden yapan Martin ve Winchester cinsi tüfeklerdi ve sultan bunu anlayınca dönüşünde Osmanlı ordusunu bunlarla donattı. Sultan 2. Abdülhamid Han devrindeki Plevne Kuşatması’nda, Ruslara bu silahlarla kayıplar verdirildi.

Avrupa, kendi menfaatlerine çeşitli gayeler gözetse de sultanın gelişi Avrupa dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Halkın şanlı Osmanlı padişahını görmek için sokaklara dökülüşü, ilgi ve alakası görülmeye değerdi. Londra’da da benzer tezahüratlar ve alakayla ağırlandı sultan. Fukaraya bıraktığı bağışlarla gönüllerde yer etmiş, Batı dünyasına İslam’ın infak ve şefkat anlayışını göstermişti. Sultanın heybet ve kararlılığı, Osmanlı ile iş birliği yapan ölmüş eski İngiltere başbakanının aile ziyareti, Londra’da müthiş bir tesir bırakmış, Osmanlı’nın inceliğini ve yüksek vefa anlayışını ortaya koymuştu.

Sultan orada olan biten bütün yenilikleri gözlemlerken, Batı dünyası, onun duruşu ve olaylar karşısında gösterdiği tutumlarıyla âdeta büyülenmişti. Bu yüzden birçok hükümdar ve Avrupa soylusu, daha sonra Süveyş Kanalı’nın açılışı gibi vesilelerle sultanı görmek üzere akın akın İstanbul’a gelmişti. Sultan, dikkatleri üzerine çekmiş, asırlarca Osmanlıda hüküm süren İslam anlayışının izzetini dünyaya bir kez daha hatırlatmıştı.

Toplamda 47 gün süren Avrupa seyahati, Avrupa dünyasıyla yeniden barışın sağlanması, Girit meselesinin Osmanlı lehine çözülmesi, sultanın gelişmeleri yerinde ve detaylıca keşfetmesi gibi olumlu sonuçlar verdi. Bu geniş çaplı Avrupa ziyaretiyle sokaklar coşkuyla dolmuş, ışıklarla donatılmış caddeler, top ateşleri, çeşitli gösteriler ve ihtişamlı geçit merasimleri ile Batı’da bir Osmanlı geçişinin heyecanı yankılanmıştı. Sömürge devletlerinde yaşayan azınlık Müslümanlar, sultanlarının gelişiyle beraber babası uzaklardan gelen çocuklar gibi derin bir sevince gark oldular. Merakla balkonlardan sarkan Avrupa insanı ve sultanı uğurlarken Batı liderlerinin kıskançlıkla karışık hayran bakışları, görülmeye değerdi. Çünkü kendilerine boyun eğmeyecek gururlu ve kararlı duruş hissediliyordu. Sultan bu esnada ecdadının elden çıkmış topraklarında gezerken elem ve ıstırabını yüreğinde hissetmiş, aynı zamanda devleti için ortaya koyacağı pek çok faydalarla geri dönmüştü.

Devrin genel özellikleri

Yeniliklere açık, fakat Batı’nın hoş olmayan âdetlerine uzaktı. Bu yenileşmelere İslamî hükümlere sadık kalmak kaydıyla devam etti. Vilayetlerde ve mahkemelerde Fransız örneğine uygun olarak çeşitli düzenlemelere gidildi. İdari ve adli alan birbirinden ayrıldı ve iki yüksek mahkeme olan yargıtay ve danıştay kuruldu. Ahmet Cevdet Paşa’nın başkanlığını yaptığı yasama komitesi bir komisyon, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’yi hazırladı. Şeriat hukuku, ilk kez bu dönemde kanunlaştırıldı. Maarif Teşkilatı düzenlenerek Maarif Meclisi ve modern üniversiteler kuruldu.  Üst düzey bürokratlar yetiştirmek üzere Galatasaray Lisesi, zeki ve yetim çocuklara eğitim imkânı sunan ücretsiz yatılı okullar açıldı. Sanat okulları, dil ve eczacılık okulları, sivil tıp okulu gibi çeşitli alanlara hitap eden okullar açıldı.  Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi, yine sultan Abdülaziz Han döneminde inşa edildi. Sultan, bugünkü Maçka civarındaki Taşlık mevkine Aziziye Camii adında son abidevi caminin inşasını da murat etmiş ama tamamlamak nasip olmamıştır.

Devlet ve Haremeyn-i Şerîf hizmetleri

Osmanlı’yı eski şanına yeniden kavuşturmak üzere sultan, orduyu güçlendirmeye karar verdi. Kısa sürede kurulan donanma, dünyanın en büyük donanmalarından biriydi. Çok iyi bir askeri bilgiye sahip olan sultan, tersaneleri yeniden yapılandırdı ve kara ordusunu güçlendirdi. Sultan, orduyu kurmakla kalmamış, kışlalara giderek askerlerin ihtiyaçlarıyla alakadar olmuştu. Prusya’dan uzmanlar getirterek Harp Okulu’nu güçlendirdi. Özellikle ordu ve donanmada dışa bağımlı olmayı istemiyordu. Ulaşıma önem vermiş, o dönemde yaklaşık 450 km olan demiryolu uzunluğunu üç katına çıkarmıştır. İstanbul-Paris hattının bir bölümünün Topkapı Sarayı içinden geçmesine bazıları itiraz etmiş, ancak sultan: “…demiryolu geçsin de varsın sırtımdan geçsin,” diyerek bu konudaki kararlılığını ortaya koymuştur. Dünyanın ilk metro hattından biri olan ve bugün de hâlen çalışmaya devam eden İstanbul Karaköy ile Galata arasındaki tünel de o dönemde inşa edilmiştir. Süveyş kanalının açılması, Tuna ve Dicle nehirlerinde yapılan gemi işletme girişimleri, çeşitli alanlarda yapılan limanlar ve rıhtımlar, mevcut telgraf hatlarına eklenen neredeyse iki katına ulaşan telgraf hatları ve her ilçeye kurulan postaneler, yapılan yeniliklerden bazılarıdır.

İlk vahyin indiği Nur Dağı’na bir mescit inşa ettirdi sultan. Mukaddes topraklardaki gariban hastanelerinde çeşitli yenileme ve iyileştirmeler yaptırdı. Kâbe-i Muazzama’nın çevresinde çeşitli restorasyonlarla beraber, Tâif Kalesi gibi pek çok yeri yeniden inşa ettirdi. Kâbe-i Muazzama’nın içini mora çalar koyu kırmızı (göğez) renkli kıymetli bir örtüyle kaplattı. Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mescidini en kıymetli Uşşâkî cins halılarla döşetti. Mescid-i Haram’ın beşinci ve son minaresi olan aziziye minaresini yaptırdı ve mukaddes topraklarda da aziz hatırasını bıraktı.

Çok yönlü mücadele

Sultan 2. Mahmud Han’ın ortaya koyduğu yenilikler, Abdülmecit Han ve Sultan Abdülaziz Han döneminde kurumsallaşmıştır. Bu yenileşmeler, son merhalesini, Sultan 2. Abdülhamit Han döneminde tamamlayacaktır. Tabii bu sultanlar, yenileşme çalışmalarıyla beraber devleti ayakta tutmak için içeride ve dışarıda çeşitli sıkıntılarla da mücadele etmektedirler.

Abdülaziz Han’ın siyasî ufku çok genişti. Başlarda nispeten iyi seyreden devlet yönetimi, güçlü ve sadık devlet adamlarının olmadığı son dönemlerde çeşitli sıkıntılarla devam etti. Bu adamlar devletin yüksek kademelerinde yuvalanmış, bürokratik bir egemenlik ortaya koymuşlardı. Sultan Abdülaziz, ne kadar mücadele verse de her noktaya nüfuz etmiş bu sinsi egemenliği zayıflatamadı.

Aziz ömrün şehadeti

Devlet hizmetleri için ömrünü adayan sultana reva görülenler, akıl alır gibi değildir. Sırtını, devletinin demir yolu için yerlere dahi sermeye hazır sultanın hayatı, ne yazık ki tarihin en utanç sahnelerinden birinde yer almıştır. Hain ve nankör devlet adamları, ailesini aşağılayarak saraydan çıkarıp, sultanı tahttan indirdiler. İhanetleriyle kalmamış, ona çeşitli ezaları reva görmüşlerdir. Onu Topkapı Sarayı’nda, amcası sultan üçüncü Selim’in de şehit edildiği daireye kapattılar.

Sultan ise hayatında olduğu gibi son demlerinde de Kur’ân-ı Kerîm’ini eline almış, sımsıkı ona sarılmıştı. Birtakım işkencelerden sonra aziz sultanın bileklerini keserek canına kıydılar. İçlerindeki hırsla onu feci şekilde şehit ettiler. Istırabı yüreklerimizi dağlayan bu vahim hâdise, tarihin utanç sayfalarından bir nüshadır.

Nasıl bir hırs ve saikle bunları yapabildikleri anlaşılamayan bu hainler, zulümleri öncesinde sultanı gelişigüzel bir yere çekiştirip onunla poz vermeyi de ihmal etmemişler. Şehadeti öncesinde hainlerin çektirdiği bir fotoğraf, böylesi yüce bir hakana yapılmayacak türden bir hakarettir. Tarihler boyu alim ve veli Osmanlı sultanları, bu tür karalamalara maruz kalmışlardır. Abdülaziz Han’ın katilleri her ne kadar zalimce ve küstahça bir tutum sergileseler de ne zulümleri, fiyakalı giyimleri ne çalımlı duruşlarındaki kibir ve hadsizlik, sultanın heybeti ve ihtişamını bastıramamıştır. Mesele şu ki, zalim her ne yaparsa yapsın, Sultan Abdülaziz Han, zihnimizde, gönlümüzde hâlen o haşmetli görüntüsüyle durmaktadır. Tam da Abdülaziz Han’ın istediği gibi, biz onu, kendi rızasıyla  Viçhen kardeşlere çektirdiği fotoğraflarla hafızamızda tutar, Allah yolunda serdiği onurlu ömrüyle hatırlar, hayır dualarla yad ederiz. Çünkü Allah dostlarının izzeti, zulümle karanlıklara gömülmez.

*Hamail: İçine muska vb. konulan küçük kutu.

Yararlanılan Kaynaklar: Ömer Faruk Yılmaz, Osman Gazi’den Sultan Vahidüddin Han’a Osmanlı Tarihi C.6, Çamlıca Basım Yay.
-Osmanlı Padişahlarının Harameyn Hizmetleri, Coşkun, İbrahim, İstanbul, 2008, Çamlıca Basım Yay.
-Padişahın Portresi, Tesâvir-i Âl-i Osman

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu