Tarihi Sırtında Taşıyan Yol Arkadaşı “AT”
Bir Dede Korkut kahramanı olan Bamsı Beyrek, 16 yıllık zindan hayatının ardından hürriyete erişir. Atı Dengiboz’la karşılaştığında her ikisinde de samimi bir sevinç peyda olur. Dengiboz, 16 yıldır görmediği Bamsı Beyrek’e adeta temenna eder. Bunun üzerine Bamsı atına şöyle seslenir:
At demezem sana
Kardaş direm
Kardaşımdan ileri
Bu sözler, insanoğlunun atlarla olan binlerce yıllık alakasını güzel anlatır.
İlk olarak Türkler tarafından evcilleştirildiği düşünülen at, dünya tarihinde insanoğlu ile olan münasebeti bakımından tüm diğer hayvanlardan daha önemli bir mevkidedir. Diğer hayvanlar eti, sütü, gücü için veya sadece sevimli oldukları için insanlarla beraberken at, işe yararlık ile muhabbeti bir araya getirmiş ve kelimenin tam anlamıyla insanoğluna “yoldaş” olmuştur.
“Hayatül Hayevan” adlı müstesna eserin müellifi Kemaleddin Ebu Abdullah Ed-Demiri, Âdem Aleyhisselam’a tüm mahlûkatın gösterildiğini ve kendisinden bu canlılar içinden birini seçmesini söylendiğini ifade eder. Demiri’ye göre Hazret-i Âdem, atı seçmiştir. Ve o gün bugündür at, insanoğluna arkadaş olagelmiştir. Yine aynı eserde Hazret-i Allah’ın(cc) ata hitaben: “Ben senin kişnemenle kâfirleri zelil ederim. Senin kükreyişin ile kâfirlerin kulaklarını doldururum. Senin kükreyişin ile kâfirlerin korkudan ödlerini patlatırım.” buyurduğu ifade edilir. Bu anlatımlar, atın insanoğlu tarafından neden müstesna bir mevkie koyulduğunun ispatı gibidir adeta. Gerçekten at, dünya tarihi boyunca insanoğlunun yanında yer almaktan başka, İslam ordularının vazgeçilmez unsuru olagelmiş ve kuvvetin de timsali olmuştur.
At muhteşem bir canlıdır. Ve bu ihtişam onun gücüyle ilgili değildir. At, Hazret-i Allah’ın (cc) tercihidir. Zira Hazret-i Kuran’da atlara yemin eden ayetler mevcuttur. Atın etinin mekruh olması, ata biçilen değerle ilgilidir. Mübarek addedildiği için eti mekruh olan yegâne hayvan attır.
Tek toynaklı bu güzel hayvan, memeliler sınıfındandır. Geviş getirmez. Yelesinde ve kuyruğunda uzun kıllar vardır. Başı küçük, kulakları kısa olur. Erine aygır, dişisine kısrak, yavrusuna tay, iğdiş edilmiş olanına beygir denir. Cesurdur. Sadıktır. İtaatkârdır. Sahibinin huyuyla huylanır. Yavaş da gider, hızlı da koşar. At, bacak kemiklerini kilitleyebildiği için ayakta uyuyabilir. Nadiren yatarak uyuduğu görülür. Daima tetiktedir. Sahibinin emrine öyle amadedir ki eğer binicisi onu koşturuyorsa çatlayana kadar koşabilir. Gösterdiği sadakat, sahibiyle kurduğu ünsiyetin de bir ifadesidir aynı zamanda. Bu sebeple dünya tarihi, atıyla ahbab olan yiğitlerin hikâyeleriyle doludur. Manas’ın Akkula’sı, Battal Gazi’nin Aşkar’ı, Köroğlu’nun Kırat’ı ve en nihayet Hz Ali’nin (r.a.) Düldül’ü ilk akla gelen örneklerdir.
İslam devlet geleneğinde atlar, önemli bir mevki işgal ederler. Hazret-i Ömer (r.a.) döneminde dört bin atı barındıran büyük at ahırları inşa edilmiş ve devletin hizmetinde kullanılmak üzere atlar yetiştirilmiştir. Bu dönemde sağrısında “Allah yolunda vakf edilmiştir.” yazan kırk binden fazla at bulunduğu rivayet edilir. Bu durum Emeviler ve Abbasiler’de de devam etmiş ve İslam Devleti, at yetiştiriciliğine hususi bir önem atfetmiştir. Arap atının dünyaca meşhur olmasını sağlayan sebeplerin başında bu hassasiyetin geldiğini söyleyebiliriz.
Atlar, Selçuklu’da ve Osmanlı’da da dikkate değer bir ehemmiyetle ağırlanmışlardır. Yahya bin Halid Bermeki, Türk sultanı hakkında: “Binitlerin hükümdarı” diye bir tabir kullanır mesela. Selçuklular, Türkmen atlarına binmiş ve bu atların yetiştirilmesi için hususi gayret sarf etmişlerdir.
Osmanlı döneminde atlara gösterilen ihtimam başka şekiller de almıştır. Mesela Fatih Sultan Mehmed’in atı öldüğünde Eyüp Sultan’a defnedilmiştir. Bugün bu mezar hala Piyerloti Kahvesi’nin bahçesinde yer alır. Sultan Genç Osman’ın Sislikırat’ı da Üsküdar’da medfundur. Hatta Karacaahmet Mezarlığı’nda Sahabe-i Kiram’dan olan Ebu’d-Derda’nın (r.a.) atına ait bir mezar vardır. Yine Sultan IV. Murad’ın atlara ilgisi malumdur. Cilalı Yağız, Mercan, Bad-ı Saba, Tayyar, Saçlı Doru, Çilli Doru gibi pek çok atı bulunan IV. Murad, vefat ettiğinde kendi atlarının çektiği bir araba ile son yolculuğuna uğurlanır.
Meşhur Avusturya elçisi Busbecq de Türkler’in atların eğitimine çok önem verdiklerini anlatır. Atların beslenmesinde uygulanan özel uygulamalar sayesinde Türk atlarının çok çevik olduğundan bahseder.
Yeri gelmişken muhteşem görünümü ve altın sarısı rengiyle dünyadaki en mükemmel at ırklarından biri olan Ahal Teke’nin yüzde yüz Türk atı olduğunu ifade etmeliyiz.
Ata dair deyimimiz de çoktur. “Yörük at kendi artırır yemini” “Alma alı, sat yağızı, besle kırı, bin doruya!” “At binicisine göre kişner” “Adam namertlik etse atı da ayağını yitirir.” “At işler, er öğünür”, “At, Türk‘ün kanadıdır” “Türk, çadırda doğar, at üstünde ölür” “At ölümü, er ölümü olmasın”, “Kuş, kanadı ile er, atı ile” “Ata kuyruk, yiğide bıyık yakışır” “Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur”
Son olarak ata dair renklerimiz de pek güzeldir. Atın rengi “don” diye anılır. Ve karasına yağız, kızıl gibi olanına al, kahverengi olanına doru, sarısına kula, grisine kır, alına ak karışmış olanına boz, alına kara karışmış olanına ahreç denir.
Hulasa at, hem dini hem de milli unsurlarımızdan biridir. Ve kültürümüzde derin bir yeri vardır.
Gidenlerimize dahi “İyi atlara binip gittiler” deriz.
At, bu milletin sevdasıdır. Zira o, mukaddes bir gayenin yardımcılarından biridir.