Neşeli olmayı seviyoruz. Gülüyoruz, güldürüyoruz. Gülme hırsı o zaman başlıyor.
İnsan olmamızın en temel özelliklerinden biridir gülmek. Ancak son yıllarda insanlarda, kıkırdamalar, sırıtmalar ve kahkahalar bağımlılık yapmaya başladı. Gülme hırsıyla bakılan espriler, fıkralar, mizah yazıları, kazançlarıyla kayıpları beraberinde getiriyor.
Gülmenin ilmî yönü nedir ve neden insanlar gülmek için eskiye göre bugünlerde daha fazla zaman ayırmaya başladılar? Gülmenin nesi kötü olabilir ki? Buyurunuz beraber bakalım…
Biyolojik olarak gülme nedir?
Gülme, yüzdeki on beş kasın uyumlu biçimde gerilmesi sonucu oluşur. Ağız kenarları geri çekilip az da olsa yukarı kalkar. Üst dudak gerilir ve dişler bir miktar görülür. Burun kanalları gerilir. Gözaltı derisi harekete geçer, gözler parlar. Nefes alma sıklaşır.
Gülme konusuna kafa yoran bilim adamları, konuyu üç başlık altında toplamışlar. Birincisi; gülmeye eğlence olarak bakanların söylediği “üstünlük kuramı”. Kökleri çok eskiye dayanan bu kurama göre, gülen ile gülünen arasında üstünlük problemi vardır. Bu kişiler, şiddetli gülmelerde aklımızı ve insanî yanımızı yitiririz görüşü üzerinden, gülmeyi “ruh acısı” olarak tanımlarlar. Platon “Gülmeyi beslememeliyiz” der. Aristoteles’e göre gülme aslında alayın, dalga geçmenin bir türüdür.
Muz kabuğuna basıp düşen adamı gören birinin gülmesi, bu kuramla açıklanır. Kurama göre, düşme işi kendisinin başına gelmediği için düşen kişiye karşı, kendini üstün görmektedir.
Bir tarafı küçük gösteren, alçaltan, ötekileştiren çizimlerde, kendinizi karikatüristin istediği taraf olarak hissetme, size ve inançlarınıza zarar verebilir. Özellikle dinî muhtevalı karikatüre dikkat etmek gerekir. Muz kabuğuna basan kişi ve hemen yanı başında, aynı mantıkla yapılmış namaz konusundaki mizah olabilir. Dikkatli davranmakta fayda var.
Konuya psikolojik açıdan bakanlar, “uyumsuzluk kuramını” ortaya atar. Bunlar, dinleyenler arasında bir beklenti oluşturup beklenmedik bir vuruş ile güldürmeye dikkat çeker. Uyumsuzlukta korku, acıma ve ahlakî kaygıların yanında öfke-nefret gibi hisler de vardır.
Kendilerinden beklenmedik davranışlar hayvanlarda görüldüğünde, bu insanı güldürür. Uyumsuzluk kuramını baz alan işlerde, genelde hayvanların insanı hatırlatan yönleri kullanılır. Yine bölümde, kurbanlık hayvanların konuşturulduğu mizah unsurlarına dikkat etmekte fayda var.
Üçüncü kuram, “rahatlama kuramı”. Yazıda çoğunlukla istifade edeceğimiz bu kuram önemlidir. Çünkü günümüz komedyenleri geniş kitleleri çoğunlukla “rahatlama kuramının” esasları üzerinden güldürürler. İnsanlardaki “gülme hırsının” da kaynağı çoğunlukla burasıdır.
Konuya biyolojik ve fiziksel açıdan bakan rahatlama kuramına göre gülmek, bir etkiye karşı verilen reflekstir. Onlara göre ne zaman ortamda bir gerginlik olursa ya şiddet ortaya çıkacaktır ya da gülme.
Kriz zamanlarında gülme ihtiyacı artıyor
Toplumsal stresin arttığı savaş, afet ve kriz zamanlarında, insanlar hayatın her detayına gülmek için bakıyor. Bunun sebebi rahatlık kuramı bilindiğinde daha iyi anlaşılıyor. Çünkü gerginlikten kurtulmak ve rahatlamak için gülmek istiyorlar.
Krizin ve stresin en fazla yaşandığı ülkelerde komediye rağbet araştırılıyor. Larry Charles, “komedinin tehlikeli dünyası” başlıklı belgeselinde savaş yaşayan ülkelere giderek araştırma yapmış. Krizin olduğu ülkelerdeki komedyenleri takip etmiş. Savaş sırasında insanların komediyle olan süreçlerini anlamaya çalışmış.
Kendisini kaçıran teröristlerin elinden, espri yeteneği sayesinde kurtulduğunu söyleyen komedyen, hangi tür mizahı takip ettikleri sorusunu cevaplayan teröristler, kardeşinin ölümünü espri malzemesine dönüştüren komedyen…
Savaşı komedi malzemesine dönüştürenlerden birinin şu sözü, ilginç detaylardan birisi: “Çok şeyler yaşadık, komik olsun diye değildi. Savaştan kaçanları EBOLA virüsü evlerine döndürdü, dediğimizde, savaşta duyguları derinleşen ve keskinleşen insanlarımız kahkahalarla gülüyor.”
Savaştaki komediye, ironi mi, alay mı, acı mı tanımlamasını yapmak oldukça zordur. Bize ters gelse bile hepsi tamamen gerçek. Savaş yaşayan insanların kasları, gerginlikte üst seviyeye ulaşmıştır. Bu gerginlikten dolayı, ağlanacak hallerine gülmektedirler.
Gülme hırsının temelinde, harekete geçme isteği var
Bir komutan orduyu savaşa hazırlarken, enzimleri, kasları ve bütün organları hep beraber savaşa hazırlar.
Karaciğerden gelen glikoz kana verilir ve soluk alıp verme sıklaşır. Aynı zamanda kalp atışları hızlanır ve kan basıncı yükselir. Kan, vücudun diğer yerlerinden alınarak kaslara ve beyne yoğunlaştırılmıştır.
“Kan beynime sıçradı” hadisesi vuku bulmaktadır.
Güç harcaması arttığından vücut ısısı yükselir ve terleme gerçekleşir. Vücuttaki tüyler diken diken olur, hatta kanama ihtimaline karşı kandaki pıhtılaştırıcı özellik artar.
Vücut gerçekten de savaşmak, ölmek ya da yaralanmak için hazırdır. Peki, bu oluşan güç, dövüşmek için kullanılmadığında ne olur? “Sinirden gülmek” tam da bu sorunun cevabıdır. Kalp yavaşlar, kan basıncı azalır, sindirim başlar, ciltten çekilen kan tekrar dönmeye başlar. Ancak kavgada şiddet ortaya çıkmadığı için vücudun en hızlı şekilde denge durumuna gelmesi, gülme ile sağlanır.
Neden gülme? Çünkü şiddet oluşturmak için toplanan gücü, kaslar çeşitli hareketlerle kullanmak zorundadır. Kullanılmayan güç, kan ile akciğere taşınır. Orada oksijenle karşılaşır ve yanar. Yanmalar oluşurken ağız açılır, göğüs sık sık inip kalkmaya başlar. Güç kullanılmazsa kendine zararı vardır, titremeler, sarsılmalar görülür.
Sinirinden gülme hadisesi yaşanmazsa bu sefer de hızını alamadı, duvara yumruğunu vurarak elini kırdı, hadisesi yaşanır.
Kendini komediye vermek
Yaşanan uzun süreli stres dönemleri, insanlarda ve toplumlarda derin yaralar açar. Toplumun ızdıraplı hali, her ferdinde ağır bir yük, stres ve buhran oluşturur. Bu, istenmeyen bir güç durumudur. Kullanılmayan bu güç, özellikle çocuklarda, kadınlarda tehlikeli sonuçlar verir. Ruhî açlık çeken insanlar, ciddi psikolojik hastalıklara düşer ve intiharlara meyledebilirler.
Beden, her bir hücresinde hissettiği gerginliği atmak için sürekli bir rahatlık arar. Bazılarının “terapi” kavramı ile ifade ettiği “huzur arama” durumu yaşanmaktadır.
Böyleyken, stres altındakilerin bazıları kendini ailelerine, bazıları Hazreti Allah’a, diğer bazıları ise kendilerini komediye veya uyuşturucu gibi kötü maddelere verirler.
Liberya misali: “Stresin büyüklüğü, gülmenin katılığını arttırıyor.”
Liberya halkı, 14 yıl süren oldukça kanlı bir iç savaştan çıktı. Bugün, sokakta çöp kovalarının üzerinde komedyenlik yapan insanların ülkesi, mizah konusunda oldukça ilginçtir. Daha da ilginci, komedyenlerden bazısı savaş suçlusudur, çoğu ise savaş mağduru.
Liberya, kelime olarak “özgürlerin toprağı” manasına geliyor. Amerika, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri köleliği yasaklandıktan sonra, özgürlüklerini verdiği insanları Afrika’ya gönderir. Köleler, milletlerine, dillerine bakılmadan getirilip okyanus kıyısındaki Liberya ve Sierra Leone topraklarına bırakılır. O yüzden Liberya’nın sosyal yapısı oldukça karışıktır. Elmas ve altın rezervi de yüksek olduğu için savaş da uzun sürmüştür.
Savaş sırasında katil ve teröristlerin çoğu “general sivrisinek”, “lahana asker” “katil çöp kovası” gibi takma isim kullanıyordu. Üzerlerine paspas, süpürge ve tenekeleri giyiyor, doğal renkler sürerek kendilerini palyaçoya çeviriyorlardı. Bunlar deliliğin az öncesinde, kendini komediye verme hareketiydi.
Asayişi bozanlar da olsalar, insan olarak gerginlerdi. Kendilerini alaya alarak rahatlamaya çalışırken, bu durum genel halkın, korkuya kapılıp streslerini arttırıyordu. Mutsuzluk, huzursuzluk ve acı içindeki insanların durumu göz önüne alındığında, asayişi bozanların başarılı olduklarını gösteriyor.
Bu sırada insanları güldürerek psikolojik harbe dahil olan komedyenler ortaya çıkıyor. Bunlar problemli durumda fazlaca uyarılan Sempatik Sinirsel Düzenin, insanlarda oluşturduğu baskıyı dağıtmaya çalışıyorlar. İnsanlar suni de olsa bir kere gülmeye başladıklarında, problemli durumun üstesinden gelindiğini, gelinebildiğini veya problemin olmadığına kanaat ediyor.
Liberya’da bugün komedinin fazlaca rağbet görmesinin sebebi, gülmenin çekirdeği bir kere insanların hafızasında patlamış olmasından ileri gelmektedir. Her güldüklerinde akılları, savaşın bittiğini, mutluluğa ulaştıklarını onlara hatırlatmaktadır. Geçmişte yaşadıkları acıların büyüklüğünü hatırladıkça kendilerini daha fazla gülmeye vermektedirler, teselliyi gülmekte bulmaktadırlar.
Irak misali: “Komedi ihtiyacını globalden temin etmek”
Irak’taki hadiseleri, bize yakın olduğundan Liberya’ya göre daha iyi biliyoruz. Son araştırmalarda Iraklıların komediye olan rağbetlerinin fazla olduğu görülmüş. İnsanlar gülmek için açık alanları ve stadyumları doldurmaya başlamışlar.
Liberya’da savaş suçluları komedi yapıyordu. Irak’ta daha enteresan bir hadise yaşanıyor. Komedyenler insanları, işgalcileri ABD’nin komedi içerikleriyle güldürüyorlar. Bu hadise tespit edildiğinde “Komediyi sömürgeleştirme” kavramıyla ifade edilmiş. Aslında bu kavram Amerikalılara ait bir kavramdır.
Irak’taki her bir komedyen, Amerika ve Avrupa’dan kopya işler yapıyor. Ancak Irak’taki komedyenlerin çoğu, savaş başladığında Amerika’ya göçmüşler. İşler yatışınca geri dönmüşler. Neredeyse tamamına yakını, Irak’ta İngilizceyi kullanarak program yapıyor.
Amerika’da başkan ve diğer siyasetçilere yönelik, taşlama niteliğindeki yorumlar, milyonlarca izleyiciyi ekran başına çekiyor. Programların aynısını Irak’a kopyalayanlar, isimlerini bile değiştirmemişler. Kullanılan espri kalıpları dahi aynı.
Irak’ta komedi konusunda durum bu iken Türkiye’de nasıl? Bir de bize bakalım…
Türkiye’de sakıncalı gülmeler dönemi
Sıkıntılı dönemde komedi ve insanların gülme refleksleri, Türkiye örneğinde en yakın İkinci Dünya Savaşı’nda yaşandı. 1939-1948 yıllarına mercek tutulduğunda bir şey dikkat çeker. Bu yıllar arasında 34 karikatür albümü yayınlanmıştır. Savaşın stresli döneminde tam bir karikatür patlaması yaşanmaktadır.
Karikatürle geniş halk kitleleri bu dönemde buluşturulmuştur. İkinci Dünya Savaşı’na cılız bir çizgi ve dağınık bir kadro ile giren karikatürcüler, savaş bittiğinde uluslararası bir tip kadro ile güçlenerek çıkmışlardır. İlk defa ulusal gazetelerin kapaklarında tam sayfa karikatürler bu dönemde yayınlanmıştır. Dönemi analiz eden uzmanlar “güçlü bir karikatür ordusunun ortaya çıktığı”ndan bahsetmektedirler.
Savaşın bitiminden hemen sonra, çok partili sürece geçişte de komedi ve karikatür alanında bir büyüme göze çarpar. Fakat bu ikisi arasında bazı farklar vardır.
Savaş döneminde insanların stresleri karikatür ile hafifletilir. Genelde siyasî espriler ve dünya savaşını anlatan çizimler dikkat çeker. Beş sayfalık makalede anlatılamayacak bir hadise, tek sayfalık çizimle özetlenir.
Savaşın buhranından beslenerek büyüyen, güçlü karikatür ordusu, yeni dönemde kendisine iki alanda çıkış arar. Bunlardan birisi argo ve kadın temalı müstehcenlik, diğeri ise din adamları ve inançlı insanlar üzerinden yapılan mizahtır.
Savaş döneminde temelleri atılan gülmece fıkraları ve karikatürün devamını komedi filmleri ve TV programları takip eder. Bütçesi yüksek filmler ve Avrupa’dan kopya komedi programları, Anadolu insanına, toplumun ahlakî sınırlarına ve dinî hayata bakışını eski kötü alışkanlıklar üzerine inşa eder.
Bugün kadına bakarken mahremi olan bir anne ya da hala göremeyenlerin bilinçaltı kirliliğinin sebebi, daha bu karikatürler dönemindeyken atılmıştır. Hakeza Müslümanlarla alay etme, mukaddesat ile mizah yapan “halt yemeler”in de kaynağı burasıdır.
Terbiye edici mi yoksa isyana götürücü mü?
İkinci Dünya Savaşı, Liberya ve Irak’ta yaşananlardan sonra insanların gülmelerini karşılamak için komedi, bir ihtiyaç olarak değerlendirilebilir.
Lakin gülme, salt gülme değildir. Aristoteles’ten beri gülme ve mizah üzerine düşünenler, iyi gülmenin kötü gülmeden ayrılmasına odaklanıyorlar. Bizim toplumumuzda mizah ya “terbiye edicidir” ya da “isyana götürücü”.
Nasreddin Hoca’nın terbiye edici mizahına göre, toplumsal ve ahlakî beklentilerin dışında hareket edenler, bir espri ile hizaya getirilir. Alay, kinaye ve ima yoluyla “doğru” olan anlatılır ve kişinin yanlış yaptıklarından utanması ve usullere uygun davranması istenir. Suluboya ile tırnaklarını boyayan çocuğa “büyümüş de küçülmüş” şeklinde söylenmesi, büyüklere özenmesini engellemek için yapılmış bir kinayedir.
İsyana götürücü mizahta ise hizaya getirme yoktur. Aksine gelenekler, usuller, toplumsal sistem ve yönetimdeki adaletsizliklere karşı mizah unsurlarını kullanarak temelden eleştiri yapılır. Mesela abdest almayı, dua okumayı alt sınıfa ait gösteren bir komedyen, bunun karşılığında o kişiyi özgürleştirdiğini iddia eder.
Savaşmak için hazırlanan insanların kas yapıları ve biriken enerjileri örneği, gülme konusunda değerlendirildiğinde, Müslüman için baskıdan kurtulma olarak ele alınamaz. Mesela cehennem gerçeğini hafife alan çizimleri düşünün. Cehennem cezasının zihnine ve kaslarına yaptığı baskıyı hafifletme çabası sizce, inkârını derinleştirmek dışında başarılı olabilmiş midir?
Rahatlamak için gülmeye giderken dikkat!
Medya kanallarında komedi yapanların etki alanı gerçekten geniş oluyor. Bu komedyenler ciddi meseleleri ele alıyorlar ama bunu mizah kullanarak yapıyorlar. İnsanlar, gülmece unsurlarının içinde, güle güle dinledikleri günlük hadiseleri, olduğu gibi değil, komikleştirdiği gibi dinliyorlar.
Özellikle isyana götürücü komediyi teşvik edenler, “Tehlikeli komedi için cesur insanlar gerekiyor.” diyorlar.
Konuya, mizaha malzeme olan ciddi meseleler gözüyle bakıldığında, geçmiş ile bugün arasında enteresan bir farklılık var. Eskiden insanlar ağlayacakları konuya ağlar, gülecekleri konuya da gülerlerdi. Şimdi ise komedyenlerin yöntemleri, insanların hadiselere bakış açısını bozdu.
Bütün toplumsal düzenlemeleri, ahlakî değerleri ve sınıf tanımlamalarını alaya alan, aşağılayan, yok sayan komedi içerikleri, sırf rahatlamak için tüketilmeyecek kadar dikkate değerdir.
Abartmalar, uyuşmazlık, sürpriz, kaba komedi, absürt, alay, gülünç, meydan okuma, şiddet ve dil oyunları… Gerçekten de bu başlıkların altında komedi yapanların tehditlerini dikkate almakta fayda vardır.
Sonuç
Yaratılmışların içinde gülen tek hayat sahibi, insandır. Gülmek, insanın mührüdür. Stres ve savaş dönemlerinde gülmek, gerçekten bir ihtiyaç olabilir. Ancak böyle zamanlarda bile gülme mührünü, hangi gülmelerinin altına bastığına insanoğlu dikkat etmek zorundadır.
Mizah okumalarına dikkat
- Söz konusu mizah olunca, birinin çok hoşuna giden, diğerini dehşete düşürebilir.
- Mizah, ölüm ve yas tutmanın acısını bile birazcık hafifletir. Takdir-i ilâhîye razı olmayla karşılaştırıldığında, mizahın durumu kıyas bile edilemez.
- Mizah, dertlerden kurtulma aracı değildir. Sıkıntıya karşı bedeni güçlendirir, acılardan uzaklaştırır. Fakat ruha baskı yapan stresin gerçek sebebi kesin çözüme kavuşturulamadığında, kişiyi anlayış yoksunu bir gülme bağımlısına dönüştürür.
- Hayata mizah gözüyle bakanlardan olmayın. Hayatında mizahı kullananlardan olun.
- Sinirlerin gerildi, kasların sertleşti. O halde şimdi, gerçekten gülmeye ihtiyacın var. Zihninin bir köşesinde saklı, seni her durumda güldüren bir notun bulunsun. Gülmek için başkasının kapısına gitmeye ihtiyaç duyma, zihnini zayi edebilirsin.
Kaynakça:
- Allen Klein, Mizahın İyileştirici Gücü, İstanbul, 1999.
- Semih Balcoğulu-Ferit Öngören, 50 Yılın Türk Mizah ve Karikatürü, İstanbul 1973.
- Larry Charles, Komedinin Tehlikeli Dünyası, yapım yılı 2019.
- Erdoğan Sakman, Bilim Açısından Gülme Nedir?, Bilim Teknik Kasım 1980.
- Saliha Deniz Şahinalp, Türkiye’de Gülmenin Dönüşümü, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi 2010.
Sürekli bir arayış içindeyiz .Farkında olarak olmayarak hep bir seyleri arıyoruz .İyiyi güzeli doğruyu arıyoruz.Arayış için kalbimizden beynimize doğru yola çıkıyoruz .Yolculuk kalpde başlıyor çünkü asıl ihtiyacın merkezi kalp. Kımimiz buluyor aradığını kimimiz vazgeçiyor.Kimi de bi şeyler bulmuş ama ne aradığını unutmuş. İçinde bulunduğumuz çağ bizi çok güzel yönetiyor.Bakıyorsunuz bulgur almak için evden çıkıp bi dolu abur cuburla eve dönmüşüz.Aynı buna benziyor.
İşte bu noktada mayıs 2018 de yayımladığınız fütuvvet aklıma geliyor. Defterelerin en güzel kısmına alınması gereken muazzam bi not diye düşünüyorum.Çok güzel noktalara temas ediyorsunuz. Yazılarınızda kendimi bulmak hoşuma gidiyor.
“Mesele arayıp bulmak ,bulabilmek ve bulgununa layıkıyla sahip çıkabilmektir”ibaresi mevzunun özüydü sanırım.