Sözlü kültürümüz şifalı sohbetlerde dinlediğimiz hikayeler, hayatımızı şekillendirirken “story atmak, durum paylaşmak” için yapay hikayeler sardı etrafı. Bazen de özel tezgâhlarda örülen hikaye kalabalığında yaşıyoruz. Soru net: Kimin hikayesini yaşıyorsun ve hikayenin neresindesin?
Hiç tanımadığınız, bilmediğiniz bir yerde hikaye sattınız mı? Satmadıysanız anlatalım. 90’lı yılların ortalarında Anadolu’da bir köy, elektrik ve tüpgaz ile buluşmuş. Küçükbaş hayvancılık ile geçimini temin ediyor. Artık pazarlamacılar şehir ve ilçelerde müşteri bulamayınca köylere yönelmiş, face to face/yüz yüze iletişime geçmişler. Uzak dağ başında tanımadığı ailelere sattıkları hikaye ise tencere takım seti ve hem tüpgazla hem de elektrikle çalışan ocak diye takdim edilen: Jüpiter Mutfak Harikası.
Pazarlamacının tabiriyle “ocakta odun ile ateş yakmak hem evi kirletir hem zaman alır; al kullan bunu.” Çelik, krom gibi 13 farklı metalden üretildi. Hem gaz hem elektrik ile ısınır. 2 ile 4 dakikada 250 dereceye kadar çıkıyor. Isısını 1,5 saat daha koruyor. Hikaye satılır. Sırada hikayenin yaşanması vardır. Haftada bir Jüpiter Mutfak Harikası’nda aile ve anlatıcı uzman tarafından ekmek, gözleme vesaire pişirilir, sebzeli yemek, etli yemek derken, çay da demlenir ve beraber içilir. Ürünü alanların çekiliş ile hediye kazanacağı ve o günün meşhur gazetesinde belli bir günde ilan edileceği de hikayenin süsü olur. Hediye ise 5 bardağın sığacağı elips bir alüminyum çelik karışımı çay tepsisidir. Pazarlamacı, cesaretle hikayesini baştan sona kurgulamış, herkesi hikayesine inandırmış ve yaşatmıştı.
Tam 15 yıl sonra Jüpiter Mutfak Harikası bozulur. Bozulur ancak bu hikaye, bütün aile fertleri ölünceye kadar yaşamaya devam edecekti. İşte herkes ömrün bir kısmında ve yaşadığı zaman boyunca devamlı hikayelere dahil olur veya edilir. Hikaye anlatmak demek, bir şeyin sizin anlayacağınız/inanacağınız şekilde sunulması demekti. Çünkü insanın kendisi baştan sona bir hikayedir. Hikayeler gibi şahıs, zaman ve mekan üçlüsünde hayat sürer. Size de herkes bir hikaye anlatacak, o hikayeyi yaşarken aslında ne oluyor? Beraber kafa yoralım.
Yaşanmış ama gerçek mi?
Evvela soralım, hikaye ne kadar gerçek? Klasik hikaye, tarifinde “Yaşanmış ve yaşanması muhtemel olayların” diye ikiye ayrılır. Birincisi, hikayenin gücü; ikincisi ise anlatıcının gücüdür. Hikaye geleneğimizde peygamberlerin kıssaları evliyaların menkıbeleri vardır ve bunlar gerçektir. Daha öce İnsan ve Hayat Dergisi’nde “Doğunun Unutulmaz Hikayeleri” ismiyle yazılmıştı.
Şark yani Doğu klasikleri temelde bir gerçeğe hakikata dayanır, bazen temsili bir karakter ile hikaye anlatılsa da verilen ders, çıkarılan hisse gerçeği, hakikati işaret etmek içindir. Burada anlatıcı yani yazan ve konuşan, gerçeklik ile arasını pek açmaz. 1900’lü yıllardan sonra batıdan bulaşan roman, kurgu ağırlıklıdır; yani, yaşanmışlık çok azdır, yaşanmışlıktan ziyade hikayeler “olmuş gibi” anlatılır. Romanla beraber özel hayat “teşhir”e açılır. Bu, edebi türün tartışması içine girip konuyu uzatmayalım. Bizi ilgilendiren, tarih yazıcılığından gazeteye, oradan da TV ve medya, akabinde internet ile hızla yayılan sosyal medya ile önü alınamayan, gerçekliği dahî sorgulanmayan bir o kadar da yaygınlaşan hikaye anlatıcılarıdır.
Güçlü hikayelerden anlatıcının gücüne
Önceleri hikayeler, gerçek kadar güçlü idi. Bazıları yaşandığı an itibariyle pek öne çıkmayabilir; ama güçlüdür, anlatılmamıştır. Mesela; Bilal-i Habeşî Hazreleri’nin İslâmiyet’i kabul etmesin diye, kızgın kumlara yatırılıp işkenceye maruz kalması, o devirde müşrik ve münafık güruh tarafından pek anlatılmamıştır. Ancak İslâm galip gelip hakikat ortaya çıkınca Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ve Ashâb-ı Kirâm’ın her birinin hayatları İslâm kaynaklarında yazılması, sohbet halkalarında anlatılmasıyla güçlü hikayeler, anlatıcının gücünü artırarak İslâm’ın gelecek kuşakları için güçlü birer manevi atmosfer olmuştur. Bu sayede hikaye, bize hissî bir bağ kurdurur, yani hissiyatımıza temas eder. Aynı şekilde İstanbul’un Fethi’nden sonra Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin (r.a.) kabrinin bulunmasıyla Osmanlı’da Eyüp Sultan ilçesinin hikayesi ortaya çıkar.
Bazı devirlerde de güçlü hikayeler ortaya çıkabilir. Ancak anlatıcının güçlü olmaması veya anlatılmasının tehir edilmesi hikayenin yaşanmışlığına tesir eder. Mesela Leyla ve Mecnun mesnevisi o kadar çok yazılmıştır ki, Fuzuli kadar kimse güçlü anlatamamıştır. Bugün daha ziyade çağımızın hastalığı “hareketsizlik”ten dolayı ekran başında hikayeler gerçeklikten uzaktır. Çoğu zaman da medyada günün siyaset tarzına göre yeniden kurgulanıp sunulur. Anlayacağınız, medya iletişim araçları ile anlatıcının gücü artırılarak sunulan hikayeler daha çok manipüle etmek, gerçeği örtmek, iftira atmak gibi sebeplerle tasarlanıyor. Böyle olması hikayelerin gerçeklik payını, inandırıcılığını sorgulatıyor. Buna “gerçeğin yeniden kurgulanması” deniliyor. Leyla ve Mecnun karakterlerinin günümüz hayat tarzıyla ele alınışı, görsel tekniklerle öne çıkarılışı anlatıcının gücünü artırırken hikayenin gerçekliğini zayıflatabiliyor. Bu defa “Yine hikaye mi anlatıyorlar?” sorusu şüpheyle soruluyor. Ancak hikayelerden kimse vazgeçmek istemiyor.
Hikayelerle mana yüklüyoruz
Hemen herkes bir hikaye anlatıyor veya paylaşıyor. Haberden, herhangi bir ürüne; gezmekten nasihat vermeye kadar uzanıyor bu yol. Meramımızı karşıya ulaştırmak için etki bırakabilmek adına bütün bildiklerimizi adeta birer usta anlatıcı gibi hikaye kılığında sunuyoruz. Ödüllü bir yazar “Elbise dener gibi hikaye deniyoruz.” demişti.
Hayatın getirdiği karmaşıklığı basitleştirmek istiyoruz. Hayat çok fazla detaylarla dolu, her anınızı yazdığınızı düşünün. “Çayı aldı, sıcak mı soğuk mu baktı. Elini dokundurdu. Önce etrafı seyretti, gözleri uzak bir noktaya takıldı…” Gördüğünüz gibi bir çayı içme anının tasviri bile neredeyse bir kitap eder. O yüzden hayatın bu detayında kaybolmak yerine yaşananları ehem-mühim, lazım-elzem sırasına göre aslında hikayeleştiriyoruz. Hayatın, dinlenebilir ve anlaşılabilir olmasını ve bir düzende irtibatlı olmasını istiyoruz. Yani çoğu şeye yeniden anlam/mana yüklüyoruz. İşte bu hikayeler yıllar boyu birikiyor ve aslında birer karakter ve kişilik oluşturuyor. İster istemez her insanı bir hikaye anlatıcısına dönüştürüyor. Kimi bunu ustaca mahir bir şekilde yaparken kimi farkında olmadan başkalarının hikayesini anlatmayı, yaşamayı seçiyor.
Zihin neden hikayeyi dinliyor?
Dünya’yı etkileyen büyük hadiselerde de hikayeleştirmeler yapıldı. Tarih, usta hikaye anlatıcıları ile dizayn edilmeye çalışıldı. Koskoca Birinci Dünya Harbi “Bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand’a 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da düzenlenen suikast” şekliyle hikayeleştirildi. Herkes suikaste odaklandı. Versay Antlaşması niçin İkinci Dünya Savaşı’na sebep oluvermişti. Dahası Arap Baharı hikayesi ile ülkeler karıştırılmıştı. Malesef, bu hazin tablo hikayelerle süslenerek, altın tepsi içinde sunulmuştu!
Anlamak için mana yüklemek lazımdı. İnsanoğlu olaylara hemen mana yükleyemiyor, hep sonrasını bekliyor. Doğru olan da bu zaten. Çünkü hikayelerde belirsiz alanlar ve ara boşluklar bırakılır. Dinleyicinin, okurun zihni oraları otomatik olarak tamamlar, doldurur. Niçin böyle yapıyoruz, tam bir sebebi yok. Net olan bir şey var; insanlara ispata ihtiyaç duymadan önce hikaye anlatıyorlardı. İspat hikayeden sonra geliyordu. Zihin önce anlamak, mana yüklemek istiyor. Çünkü hikaye en tarihî, bilimsel, felsefî bir mevzuyu dahî basit bir şekle büründürebilir. Bu hikayenin müspet/pozitif yanı; ancak bir de anlatıcının itikadî ve dünya görüşüne göre hikaye hakikatleri çarpıtabilir, işine gelmeyen her şeyi çıkarabilir veya bastırabilir. Bu da her hikayenin “asıl manası”nı sorgulatır insana.
Hassas tarafınız: Hisleriniz
Misal, medyada sunulan haberlerde hep bir hayat hikayesi vardır. Otobüs yağmurlu bir havada köprü üzerindeki malzeme sağlam kullanılmadığı için devrilmiştir. Size daha çok kaza ile teknik bilgi yerine yolcuların her birinin hayat hikayeleri anlatılır. Nerden geldiği, nereye gittiği, yaşı, işi, kimin beklediği, ne okuduğu falan falan… Ancak kimse teknik olarak sebepler zincirini sorgulamaz. Projesi doğru çizilmiş miydi, onarılmış mıydı, malzeme sağlam mıydı, teknik bilgi göremezsiniz.
Niye böyledir; bütün bunlar hikayenin içinde yer bulamaz. Hikayeler insanı kendine çeker, o an görünmeyen gerçekler ise akla getirilmez. Çünkü, asıl önemli olanlar hep göz ardı edilir. Medyadaki, haberdeki hikaye anlatıcısı da sırf o bilinmeyen, görünmeyen, akla getirilmeyen gerçek sebeplerle izleyiciyi, dinleyiciyi etkileyemeceğini bilir.
Bunu hemen iki anlatım tarzı ile test edelim. 1) “Ünlü lider öldü, eşi de ardından öldü.” 2) “Ünlü lider öldü, eşi de 45 gün sonra üzüntüsünden öldü.” Çoğu insan ikinci hikayeyi daha iyi hatırlar ve aklında tutar. İkinci hikayede sadece ölüm yok, birbiri ile bağlantılı ve duygusal bir bağ kurdurulmuş. Birinci hikaye ise bir adli tıp raporu gibi ikinci hikayeye bir anlam/mana yüklemiş. Birinci hikaye daha sade ve doğrudan bilgi sunuyor; ancak zihin böyle işlemiyor, ikinci olanı akılda tutuyor. Faydadan ziyade hikayesi anlatılan şeyler daha akılda kalıcı oluyor.
Tanıdık hikayeler: “Kandırıldık”
Dedik ya bazen faydası olmasa bile hikayeye dahil olmak hem reklama hem de kalıcılığa sebebiyet veriyor. Size bir sır verelim. Dolandırıcılar ve düzenbazların sizi en kısa vakitte kandırabilmesi için tek seçtikleri yol: Kendisini usta bir hikaye anlatıcısına dönüştürmek. Yine dolandırıcılar kadar olmasa da gerçekleri gözümüzün önünden buharlaştıran medyanın haberi dahî hikayeleştirdiği bir gerçektir.
“4 yıllık evli abla ile 1 yıl önce evlenen kardeşi, eşlerine not bırakarak evi terk etti. 4 yıllık evli abla ‘Benimle ilgilenmedin, kahvelere gittin. Evlilik buraya kadar.’ yazılı, 1 yıl önce evlenen kız kardeşi ise eşine ‘Gittiğin işten dolayı değiştin seni istemiyorum.’ yazılı not bıraktı. 60 bin liralık altınla gittiler…
Sonrasında farklı bir şehirde bulunarak gözaltına alındı… Çok oyunculu online bir video oyunu oynarken kaçmaya niyetlendiğini, kendi isteği ve rızası ile falan yerde falan şehire geldiği…”
Sonuç cümlesi: “Kandırıldık ve çok pişmanım. Tekrar aileme dönüyorum.” Burada hikayenin asıl kahramanı “canlı oynanan video oyunu” değil mi? Bir oyun etrafında dizayn edilmiş başkalarının hikayesini yaşamışlar. Hikayede hiç dijital ve online oyunların aile yapısına zarar verdiğinden, dijital mahremiyeti ihlal ettiğinden, insanların hayatlarını mahvedecek kadar tehlikeli olduğundan bahsedildi mi? Yoksa “Hepsi hikaye!” mi dediniz?
Hikayeye karşı tedbir
Gördüğünüz gibi kendi hayatımızdan tutun da başka insanların en mahrem alanlarına ve dünya tarihine kadar her şey hikayeler şeklinde sunuluyor. Böylece gerçekleri çarpıtma, hakikati ve gerçek sebepleri örtme gafletine düşenler de az değil. Bütün bunlar aldığımız hayatî kararlara tesir ediyor. Hikayeye karşı tedbir şu: Gerçek hikayelerle, dizayn edilmiş hikayeleri birbirinden ayırın. Şu soruyu sorun: Bu hikayenin gizlemek istediği ne? Ve alıştırma yapın. Başkalarının hikayesi ile benim hikayemin bağlantısı ne? Bunu görmeye çalışın. Kendinizi bir hikayenin içinde bulacaksınız.
Ama kimin hikayesinde?
İyi Bir Hikaye Anlatıcısının 6 Özelliği
1) Konuşmanızın %65’ini hikayelerden oluşturun.
2) Hikayenizde, zorluklara karşı mücadele gücünü ortaya koyun.
3) Duygusal bir bağ kurun. Dinleyicilerin hayal dünyasını canlandırın.
4) Karmaşıklığı gidermek için kısa ve basit cümleler kurun.
5) Bazı kelimeleri ve yerleri hususiyetle tarif edin, detaylandırın.
6) Ciddi konuları mizahî bir unsurla veya teşbihle anlatın.
Anlatıcının Gücü veya Tehlikesi Nerede?
Gerçek hikayede iki zaman, hikayeyi yorumlama, anlamlandırma ve bağ kurmayı etkiler. Vaka zamanı: Vakanın yaşandığı zamandır. Vaka zamanı düzenlidir, geriye dönüşler yoktur. Zamana uyulur. Yaşandığı andır.
Anlatma zamanı: Vakanın, hikayenin belli bir süre geçtikten sonra anlatılmasıdır.
Misal: 2020 yılında bir konuşmada veya yazıda, 1453 İstanbul’un Fethi esnasında cereyan eden hadiseler, anlatılırken “anlatma zamanı”na dahildir. Anlatıcının manevi idrak ve hissiyatına göre tesiri artabilir. Anlatma zamanında anlatıcı hikayeleri kendi itikadına ve dünya görüşüne göre yorumlayıp, araya cümleler ekleyebilir. O yüzden özellikle dinî kaynaklı hikayeler ve zatlar hakkındaki hikayelerde vaka zamanının doğru kayıtlanmış olması ve o kaynaklardan beslenilmesi elzemdir. Vaka zamanını bilmediğiniz hikayeler, anlatma zamanında “söz oyunları”yla bambaşka bir hal alabilir.
İyi Bir Hikaye Anlatıcısının 7 İpucu
1) Sizi takip eden ve dinleyen, vaktinin zayi’ olduğunu düşünmemeli.
2) İnsanların sizin için mücadele edebileceği ve sizi destekleyebileceği türden sağlam bir karakteriniz olsun.
3) Sahip olduğunuz karakterin hedeflerini insanların faydasına olacak şekilde net çizin. Bu, ona okuma alışkanlığı kazandırmak veya umreye gitmek gibi ömür boyu unutamayacağı şekilde bir defalığına mahsus da olabilir.
4) Hayatınızın her anını, karakterinizi geliştiren bütün faaliyetleri birbirine bağlı cümleler gibi ilerletmelisiniz. Hayatınıza başladığınız karakter ile hayatınızın sonundaki karakter birbirine yakın olmalı.
5) Başınıza ne gelirse gelsin ne kadar iyi olursanız olun, mutlaka karşınıza kötü birileri ve kötülük yapmak isteyenler çıkabilir. İnsanlar nasıl biri olduğunuzu zaten bu hadiseler esnasında görecek.
6) Herkesi mutlu ve memnun etmek için yaşamayın.
7) Doğru zaman ve mekanda bilgi verin. Doğruya ulaşma hususunda insanlara ipuçları verin. Hiçbir şeyi geciktirmeyin.