Önce Selam, Sonra Kelam
Sözle başlayıp adım adım kalbe ulaşan bir anahtar varsa, o da selamlaşmaktır. Bu, her zaman ve her yerde, herkesin kendine şiar edineceği güzel bir meziyettir. Muhatabının gönlüne bir muhabbet tohumu ekilir. İnsanlarla güzel geçinmenin birinci kuralıdır.
Selamın yeri geldiğinde, usulüne uygun bir şekilde verilmesi ne hoş bir davranıştır. Özür gerektirecek bir durum yokken, verilen selamı almamak nezaketsizliktir. Selam, hemencecik dilden dökülen bir şeyse de nice güzel muhabbetlerin başlatıcısı, nice sağlam dostlukların kurucusudur. Aksine, selam vermeyi ihmal etmek, birini görüp de görmezlikten gelmek; sebepsiz yere kinlerin yeşermesine, nice fenalıkların başa gelmesine sebep olur.
İnsan, tatlı söz, güler bir yüz arzular; gönlü böylece fethedilir. Tanımadığınız, selam vermesini ummadığınız birisi, bir de bakarsınız, güzelce bir selam verir. Bu jest, kuşkusuz, hoşunuza gider ve aranızda bir sevgi bağı oluşur.
Lakin bu kadarla sınırlı kalınmaz. Bir sonraki karşılaşmada, diğer kişi selamını iletir, selam zinciri uzar gider. Ta ki gönülden gönle muhabbet bağları örülüp sağlamlaşana dek sürer. İnsan, bir selamın neticesinde nice kıymetli dostluklar, arkadaşlıklar kurar.
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), daima selam vermiş, selam almış, selam göndermiş, selam getirmiş; herkesi selama alıştırmış, insanları birbirine ısındırıp dost etmenin sebeplerini hazırlamış. Çocuklarla dahi selamlaşmış.
Hazreti Enes (r.a.) şöyle rivayet ediyor: “Ben çocukken, evimin önünde oynardım, bazen bakardım, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gelirlerdi. ‘Esselamü aleyküm eyyühe’s-sıbyan’ diye bize selam verirlerdi. Sonra benim elimi tutup bir şey için bir yere gönderirlerdi. Kendileri de ben gelinceye kadar oracıkta, duvarın gölgesinde oturup beni beklerlerdi.” Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oyundan ayrılan o çocuğu, işe gönül hoşluğu ile göndermek için önce selam verirdi.
Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.), evlerine girince ilk işleri, hane halkına selam vermek olurmuş, selamla evdekilere muhabbet gösterir, onlara karşı bir dargınlıkları olmadığını bildirirlermiş. Âmâya dahi selam verirlermiş. Zira görmüyor diye bir âmâya selam vermemek, onun hakkına girmektir.
Karşıdan karşıya verilen selamı almak, üzerimize farz olduğu gibi, uzaktan uzağa gönderilen selamı almak da boynumuza borçtur. Yazılı (mesajla) gönderilen selamı almak da haktır. Hısım akrabanın, dostun, ahbabın, uzak düştüklerinde de muhabbeti kesmemelerine ehemmiyet vermelidir. Eğer bulunduğunuz diyar uzak dahi olsa, mektuplaşarak sıla edin. Gözden ırak olan, gönülden de ırak olmasın diye selam, muhabbete sebep olur. İnsan, iyiliklere hafiflerinden, kolaylarından başlamalı ki sonra insanlığın, milletin, memleketin selameti için daha ağır, daha güç fedakârlıklara katlanabilsin.
Selamda usul
Selamı kim kime verecek, ilk önce selama kim başlayacak? İnce bir mesele. Her işin usulü, erkânı vardır. Yoluyla yapılmayan iyi niyetli davranışlar, fayda yerine zarar getirebilir; hatta zarar gelmese bile çirkin veya gülünç olur.
Bir kişi duruyor veya oturuyorsa, karşıdan gelen kişi geçip gidiyorsa selamı, o geçip giden kimse vermelidir. Eğer biri yürüyorsa ve diğeri bir araçta seyahat ediyorsa selamı, araçta olan kimse vermelidir. Yaşlı biriyle genç biri karşılaşıyorsa küçük olan, büyüğe selam vermelidir. Ayrıca, karşılaşan kişilerden bir taraf çok sayıda ise selamı, az sayıda olanlar vermelidir.
Bu usul, Osmanlı toplumunda da uygulanan zarif bir nezaket sırasıdır. Selamlaşma konusunda bilinmesi gereken ilk husus, kimin önce selam vereceğidir. Âdâb-ı muaşeret kurallarının birçoğunda kimin ilk olacağı, büyük ve küçük olarak tanımlanan hiyerarşi esasına göre kimin önce davranacağı belirlenir. Bu hiyerarşi, öncelikle cinsiyet, ardından yaş, rütbe, makam ve statüye göre şekillenir.
Geleneksel Osmanlı toplumunda, sokakta karşılaşan iki kişiden, büyük olan küçüğü selamlar. Büyüğün küçüğü selamlaması iltifat olarak kabul edilirken küçüğün, büyüğün iltifatını beklemeden selam vermesi hadsizlik olarak görülür. Küçüğün, büyüğün el uzatmasını beklemeden el uzatması da aynı şekilde değerlendirilir. Osmanlı toplumunda, el uzatma hususundan yaygın olan, küçüğün, büyüğün hareketini beklemesidir.
Kadın, eğer erkeği görmezden gelirse, erkeğin, kadına selam vermemesi münasiptir. Ancak, el uzatma meselesinde dinimizin belirlediği sınırlara riayet etmesi esastır. Bir kere el uzatıldıysa, devamında da elini uzatmak ihtiyacı duyar; fakat bir kere kendi inancını belli ederek, elini mahremi olmayan birine uzatmazsa, bir daha bu yükümlülük altında kalmaz.
Terbiye-i bedeniye muallimi Hasan Bahri’nin, Centilmen isimli âdâb-ı muaşeret kitabında pek çok hususta alafranga muaşereti anlatmasına karşın, sokakta, yanında Türk kadını bulunan erkeğe, tanıdık olsa dahi selam verilmemesi gerektiğini belirtir. Bu kural, kadınla göz göze gelme ihtimalini engellemek içindir. Yanında eşi olan erkeğe dahi selam verilmezken, kadına doğrudan selam verilmesi de uygun bulunmaz.
Benzer mevkiye sahip olan kişiler arasında, ilk önce selam veren kimse, alçak gönüllülük gösterir ve kendini tutmadan karşıdakine olan muhabbetini önceden ifade eder. Bu nedenle, mertebesi yükselir ve Hazreti Allah’a daha yakın olur.
Selamlaşmanın evrensel beyannamesi
İlimde, marifette, sanatta, ticarette ilerlemek için tanışmak, danışmak ve görüşmek gerekir; tabii ki nezaket usullerine uyarak.
Selam lafzı ile kalmayıp, “Verahmetullâhi ve berekâtüh.” ilave etmek daha münasip olur. Selamlaşma usulü, geçmişten günümüze çok değişmiştir. “Sabah-ı şerifleriniz hayır olsun, akşam-ı şerifleriniz hayır olsun, vakt-i şerifleriniz hayır olsun, efendim, Allah ömürler versin” gibi sözlerle de selam vermek âdet olmuştur. Hayrı zikretmek, her daim faziletlidir. Fakat bunlar, sünnet olan selamın yerini alamaz.
El uzatmak, musafaha yapmak, selamdan beklenen faydayı artıracak bir şeydir. Selamdan maksat, gönül almaktır. Sadece selamla kalmayıp musafahalaşmak da gönülleri, hoş eder. Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sevdiği, methettiği ve daima yaptığı bir şeydir. Yine yukarıdaki gibi elini uzatabilecek birine el uzatılır. Elleri dolu olan kimseye uzatılmaması, karşıdakini zor durumda bırakmamak adına önemlidir. Musafaha iki el ile veya sağ el ile yapılır.
El tutmanın bir şartı da elin temiz olmasıdır. Biliriz ki Müslümanlıkta sağ el ile sol elin, ayrı ayrı vazifeleri vardır. Sağ el, mübarektir. Sağ el, en güzel işler için saklanır.
Sokakta yanında hanımı bulunan erkeğe, tanıdık olsa dahi selam verilmemesi uygundur.
Bir nezaket kuralı da el tutulacağı sırada ellerde bir şeyin olmamasıdır. Uzatacaksak mutlaka eldiveni çıkarmak lâzımdır. Eldivenin değdiği yerlerdeki kirleri taşıdığı düşünülecek olursa en temiz olan da eldiveni çıkarıp ellerini uzatmaktır. Böyle yapmamak, nezaketsizliktir.
Yurtdışına çıktığınızda, özellikle de diline tam vakıf olmadığınız toplumlarda en azından selam alma-verme usulünü baştan belleyip akılda tutmak, gerekiyorsa beden dili ile de desteklemek gerekir. Afrika’da resmi dillerin yanı sıra bulunduğunuz bölgede lokal olarak yerel dil ile selam verip, bir kaç kelam ettiğinizde, size yan yan bakan gözler tebessümle dolar. Çehre değişir. Bütün alışverişlerde bu selam, fiyatı yarı yarıya pazarlık etme, aşağı çekme garantilidir. Trafikte sıkışınca, olayı en hafif şekilde atlatmaya sebeptir. İki kişi size karşı birleşirse, ben de sizdenim demektir.
Herkes için selam, sadakadır. İnsanın yiyeceğe, içeceğe ihtiyacı olduğu gibi tatlı dil ve güler yüze de ihtiyacı vardır. Umduğu kimseden güler yüz görmeyen kimsenin hâli, kapıdan kovulmuş dilenciyi andırır. O da muhtaçtır. Birine verilecek sadaka, yiyecek, içecektir, diğerine verilecek sadaka da iltifattır, tatlı dil ve güler yüzdür.
Karnı tok, sırtı pek olsa da başka şeylere muhtaç olabilir, insan. Bir cana yakın ahbabıyla, arkadaşı ile gezinip, dertleşip ferahlamak ister. Bazen olur ki iyi bir arkadaşla gezip hava alarak ferahlamak, adama bin ilacın veremeyeceği şifayı verir.