Önde Olmak, Örtünün Ardında Olmaktır
İnsan, bu tarihteki kadar, hiçbir zaman dilimizde, günümüzden daha karışık görünmemişti. Sanki herkesin kafası karışmış, uçakta bagajlar kaybolmuş ve mecburen üzerindekini giyivermiş insanların çağındayız.
Hani insan 5 metrelik kuyuda kalır. Birisi çıkar da ona 3 metrelik ip uzatır. Sesimi duymadılar, gelmediler dese yalan. Geldiler, bana ip uzattılar dese sonuç yok; derdine deva olmayan yardımı neylesin. Tam olarak böyle bir sorun var ortada. Bu, bir olmamışlık hikayesi. Arz ve talepte sıkıntı yok. Ancak her kesim tam olarak istediğini bulamıyor.
Kıyafet kişinin tarzını, yaşantısını yansıtır. Yürüyüş şekli tercih meselesidir, yürüyüş için giyinmenin adabı da. Kimisi temkinlidir; yoldaki hava şartlarını hesaplar. Kimisi sever yağan yağmurda ıslanmayı. Sıcakta şemsiye alanlar, akıllılık yapar. Görmek, görünmek istemediklerinde önlerinde set olur bu şemsiye.
Sözlükte “örtünmek, kuşanmak; başkaları ile kendisi arasına perde koymak, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek” anlamlarındaki tesettür, terim olarak ölçüleri dinen belirlenmiş örtünme yükümlülüğünü ifade eder. Kullanıldığı kelime, kelime dilbilgisi bakımından babı gereği zorluk ve külfet anlamı içerir. Kelimenin kökünü oluşturan setr, “örtmek, gizlemek, perdelemek, engel olmak” manalarına gelir. Hem manevî hem maddî anlamı ve boyutuyla örtünme, insanî bir eylemdir.
Örtünün altı
Kur’ân-ı Kerîm’de, kadının örtünme niteliğine ve biçimine ilişkin temel kurallar, hımâr, cilbâb ve hicâb kelimeleri üzerinden izah buyurulmuştur. Genel manada bu durum, giyinme ve korunma amaçlı giysi, libas kelimesiyle ifade edilir. Örtünmenin karşısında bir de “teberrüc” kelimesi geçer ki sanki söz konusu kelime bu çağa atfen zikredilmiştir. “Dikkat çekme ve kendini gösterme” manasına gelen ve bir yönüyle teşhir sayılan “teberrüc”, yasaklanmıştır. Bir hanımefendinin takısı, saati, kahvesi, kitabı, sevdiği, sevmediği, bulunduğu mekân, odası, çantası, ayakkabısı, mahremi… Meşgul olduğunu şeyin herhangi bir mecrada teşhir edilmesi, teberrüctür.
“Müminlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu, onlar için daha temizdir. Şüphe yok ki Allah, ne yapar olduklarından haberdardır.” buyurulur (Nûr Suresi, âyet 30). Ve “Ve mü’min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler…” buyurulmuştur (Nûr Suresi, âyet 31). İki âyet-i kerîmenin ortak noktası, gözleri kısmak yani bakmamak ve avret yerlerini örtmekle ilgili emrin hem erkekler hem kadınlar için tekrarlanmış olmasıdır. Gözün muhafazası, ayrıca derin bir meseledir. Mevzu demeyip, mesele dedik. Sorgusu suali vardır. Göz, hesabı en çetin ve şükrü en azim olan azadır. Mahremiyete riayet ve iffeti koruma açısından kadınla erkek arasında fark bulunmadığını ortaya koyan bu âyet-i kerîmeler, hassasiyetin her iki taraf için de geçerli olduğuna vurgu yapar.
Farkına varın!
Bir gün gerçekten uyandığınızda, hâlâ uyuyanları eleştirmeyi bıraktığınızı fark edeceksiniz. Çünkü kişinin kendisiyle meşgul olması, budur. Vaktinizi, zamanınızı, zihninizi kendinizle meşgul edin. Bırakın, kim ne giymiş.
Eğer bilerek veya fark etmeden de olsa giyim kuşam noktasında usule riayet edemediğinizi fark ediyorsanız, şu hadîs-i şerîfi düşünün; “Cehennem ehlinden iki sınıf insan var ki henüz ben onları görmedim. Bir grup ellerinde sığırkuyruğu gibi kamçılarla insanları dövüyorlar. Diğer grup ise giyinmiş oldukları hâlde çıplak olanlardır. Erkeklere meyleder ve kendilerine meylettirirler. Başları deve hörgüçlerine benzer ki; bunlar ne cennete girer, ne de onun kokusunu duyar. Hâlbuki cennetin kokusu şu kadar ve şu kadar mesafeden duyulur.’’(Sahîh-i Müslim, Libas, 125)
İzler birbirine karışmış
Avustralya Ulusal Üniversitesi’nin yaptığı bilimsel bir çalışmaya göre, nadir bir ötücü kuş türü, kendisine özgü nağmeyi unuttuğu için nesli tükenmek üzere. Anthochaera Phrygia diye Latince adlandırılan ve Türkçede kral naibi denilen bu kuş, ses kirliliğinden dolayı kendi melodisini unutmuş ve içgüdüsel olarak üreme döneminde söylediği sesi kullandığı sese karıştırmış. Araştırmalar, asıl olan nağmelerini unuttuğunu ve kuştaki bu ses kültürü kaybının telafi edilemeyeceğini söylüyor. Bunun sonucu olarak eş bulamayan nüfus, yaşlanarak yok olmak tehdidi ile karşı karşıya kalmış durumda.
Önce çevrede sesler karıştı. Sonra taklit denildi. Sonra aslı unutuldu ve gerçek olan, yok oldu. Hakikat yok olursa, yok edilmeye çalışılırsa, telafisi ve geri dönüşü olmayan bir esefle, ilk olarak neslimize, dinimize ve dolayısıyla dünyamıza zarar gelir. Bunun için her tercihimizde, teyakkuz (uyanıklık) hâlinde olmak gerekir.