Uluslararası ilişkilerde olmazsa olmazlardan birisi de karşılıklı elçi göndermektir. Günümüzün modern anlayışında elçilerin gelip gitmesi, karşılanması belli kurallar çerçevesinde yapılmaktadır. Elbette geçmişte de elçilerin kabulü ve konumlarında bazı teşrifat kuralları geçerli idi. Osmanlı Devleti’nin yabancı devlet elçilerini kabulü içerisinde ince siyasi mesajların bulunduğu önemli hadiselerden biriydi.
Devleti daha kuruluş döneminden başlamak üzere diğer ülkelerden elçiler kabul etmiştir. ilk dönemde kabul edilen elçiler daha çok yakın komşu devletlerin elçileridir. Kabul edilen ilk elçilik heyetinin -Bizans’tan gelenler dışında-BirinciMurad Han döneminde gelen Raguza (Dubrovnik) heyeti olduğu sanılmaktadır.
Osmanlı yöneticileri elçilerin kabul günlerini genellikle olağanüstü bir divan toplantısı gününe denk düşürmüşlerdir. Bu toplantı günü olarak da özellikle yeniçerilerin ulufelerini aldıkları “Galebe Divanı Günü” seçilmiştir. Divana kabul edilen elçi gerekli görüldüğü takdirde padişahla görüşme fırsatını yakalayabilirdi. Bu o kadar önemlidir ki, elçilerin kabul merasimleri gerek Osmanlı kaynaklarında gerekse batılı kaynaklarda uzun uzun anlatılmaktadır. (1)
Elçi sınırdan itibaren takip edilirdi
Osmanlı’da ilk resmî elçi kabulü ikinci Murad Han zamanında Edirne sarayında gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti, 1454 yılından itibaren de yabancı devletlerin istanbul’da elçilik açmasına müsade etti. Osmanlı elçi kabulünde “dost” ve “düşman” bildikleri arasına çok büyük bir fark koymuştur. Mesela iran elçisi hediyeler ile birlikte barış için huzura geldiği zaman büyük itibar görür iken, Avusturya elçisi daha farklı ve sert muameleye maruz kalmakta idi. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti’nin Macaristan’a yaptığı seferlerin sınırlandırılması isteği ile gelen Busbeck, kabul görmediği gibi hemen oradan uzaklaştırılmıştır. (2)
Yukarıdaki saymış olduğumuz genel uygulamalar geçerli olmakla birlikte, Osmanlı Devleti nezdine gelen elçilere sınırdan girdikleri andan itibaren müsafir muamelesi uygulamıştır. Sınırdan giren elçinin güvenlikleri ve bütün ihtiyaçları Osmanlı Devleti tarafından karşılanır, elçinin ulaşımı ve istanbul’da kullanması için at verilirdi. Elçinin yanında yolculuk boyunca refakat edilerek, istanbul’a gelinceye kadar yol masraflarına yetecek kadar para ve avans verilirdi. istanbul’da elçiye yardımcı olan hizmetkârlara elçiye iyi davranışlarından dolayı mükâfat verildiği de olmuştur. (3) Müslüman veya gayrimüslim olsun elçilerin istanbul’a girişleri bir merasime tabi idi. Buna önem verilir ve elçilerin değerlerine göre merasimler düzenlenirdi.
Huzura ‘medeni’ kıyafet ile çıkarılırlardı
Elçi istanbul’a geldikten sonra birkaç gün dinlenirdi. Daha sonra sırası ile reisülküttap ve sadrazam tarafından kabul edilirdi. Bu kabüllerden sonra padişahın huzuruna çıkarılırdı. Padişahın huzuruna çıkabilmek için “medeni” bir kıyafet giyilmesi gerekmekteydi. Huzura kabul edilen elçi padişaha hükümdarının mektubunu sunar ve bu tercüman tarafından padişaha tercüme edilirdi. (4) Elçiler, huzura kabul edilmeden önce elçilere “hil’at” adı verilen bir kürk giydirilirdi. Aslında bu uygulama Müslüman bir padişahın karşısına bu şekilde çıkılması gerektiği için yapılırdı. Elçiyi gönderen devlete elçilerin “kendi kıyafetleriyle huzura kabul edilemeyecek kadar düşük seviyede oldukları”nın mesajı verilmekteydi. Huzura kabul edilen elçinin iki koluna birer kapıcıbaşı girer, elçinin padişah karşısında eğilmesini sağlarlardı. Buna uymayan elçiyede haddi bildirildi. Mesela, 1668’de istanbul’a gelen Rus elçisi, padişahın huzurunda fazla eğilmeyi kabul etmemiş ve getirdiği mektubu padişaha kendisi vermek istemiştir. Bunun üzerine görevliler elçinin ensesinden tutarak başını sert bir şekilde yere çarpmışlardır. Sultan Dördüncü Mehmed’in sinirlenmesi üzerine elçi huzurdan kovulurken Sadaret Kaymakamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, elçiyi ve yanındakileri paylamıştır. (5)
Edepsizlik yapanlar bir daha gelemezdi
Bu olaydan bir yarım yüzyıl sonra, 8 Aralık 1699 tarihinde Osmanlı tarafına gelen Fransız
elçisi Ferriol’un diplomasi kurallarını hiçe sayarak nâmesini teslim için silahları ile huzura girmek istemesi üzerine kapıdaki görevli elçinin silahlarını almak ister. Elçi silahla girme hususunda inat ettiğinden buna izin verilmeyerek hediyeleri de kabul edilmez. (6) Sadrazam Amcazâde Hüseyin Paşa elçiye Çavuşbaşı Mustafa Ağa ile “bir tarihte mülûk-i nasaradan gelen elçiler âlet-i harp ile divâna gelib girdikleri yoktur. Bu edepsizliği etmesinler.” diye haber göndermesine rağmen Fransız elçisi inadında ısrar eder. Hatta elçi biraz daha ileri giderek “Elbette böyle mec ile girerüm, izin verilmediği surette elçiye zeval olmaz geldiğim yola giderim.” diyerek küstahane bir tavır içerisine girmiştir. (7) Hüseyin Paşa elçiye tekrar haber yollayarak ısrarından vazgeçmesini ister. Ama elçi inadından vazgeçmez. Bundan sonra bir daha huzura gelmesine izin verilmeyip, hediyeleri de iade edildikten sonra Galata’da kalmasına müsaade edilmiştir.
Elçiler nerelerde kalırlardı?
Osmanlı Devleti’ne gelen elçiler Sultan Birinci İbrahim’in saltanat devrine kadar, İstanbul’da Çemberlitaş’ın karşısında bulunan “Elçi Hanı”nda ikamet ederlerdi. 1646 yılından itibaren Galata’ya yerleşmelerine ve burada elçilik binaları yapmalarına izin verildi. Elçilik binalarının korunması görevi de “yasakçı” denilen yeniçerilere verildi. Elçi Hanı ise Eflak, Boğdan, Erdel ve Raguza gibi bağlı devletlerin maslahatgüzarları tarafından kullanılmaya devam etti. İran elçileri ise Acemioğlanlar kışlası ve At Meydanı civarındaki yerlerde ev tutarak ikamet etmişlerdir.
Osmanlı Devleti elçilerin kabullerine nasıl önem vermişse onların merkez-i hümayundan ayrılmaları esnasında da merasim düzenlemeyi ihmal etmemiştir. Bilhassa Osmanlı yönetiminin memnun olduğu elçilik heyetine payitahtan ayrılmadan önce veda merasimi düzenlenirdi. Yani elçinin payitahttaki resmî görevi Divan-ı Hümayun’da başlar, yine Divan-ı Hümayun’da son bulurdu. (8)
Dipnotlar:
- Ahmet Mumcu, Divan-ı Hümayun, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1986, s. 79.
- Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1987, s. 89.
- BOA, A.DVN.MHM, 7/132.
- Yusuf Halaçoğlu, Osmanlı Devlet Teşkilatı, Ankara, 1995, s. 40-41.
- Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat I-II, (Sad. Neşet Çağatay), Ankara, 1992, s. 279.
- M. Mignot, Histoire De L’empire Ottoman, Paris, 1771, s. 517, 520.
- Uşşâkîzâde es-Seyyid İbrâhîm Hasîb Efendi, Uşşâkîzâde Târihi, C. I-II, (Haz. Raşit Gündoğdu), Çamlıca Basım Yayın, İstanbul, 2005, s. 411, 412.
- Mumcu, a.g.e., s. 80.