Küçük İnsanların Büyük Korkuları
İnsanoğlu ne kadar güçlü, cesaretli olursa olsun mutlaka korkuları vardır. Bazen bir bit, bazen at sineği, bazen de gözle görülemeyen bir virüs…
Bugün en büyük korkulardan birisi Covid-19 denilen virüstür. Gözle görünmeyen bu varlık herkesi korkutmakta, yakaladığı kimi insanları ölüme götürmekte, kimilerini ise hırpalamaktadır. Belki insanlar içerisinde, virüsten korkmuyorum diyenler olabilir. Onların da mutlaka başka korkuları vardır veya virüse yakalanmadığı için böyle düşünüyordur. Gerçekten (Hazreti Allah göstermesin) virüse yakalansalar, bu fikirleri değişecektir. En iyisi, gençliğine, ihtiyarlığına, sağlıklı olup olmadığına bakmadan, tedbiri hiçbir zaman elden bırakmamaktır.
Cesaret
Cesaret, Ömer Seyfettin’in yazdığı, son derece cesur ve korkusuz birisinin korku hikayesinin adıdır. Eserini sanki bugünleri anlatmak için yazmıştır. “Cesaret”, onun yazdığı 159 hikayeden birisidir. Hep beraber dinlemeye geçmeden şunu söylemek gerekir; Ömer Seyfettin bu hikayeyi 1884-1920 yılları arasında yaşamıştır. Demek ki bu olay geçeli, yüz yıldan fazla zaman olmuştur.
Berber dükkânı
O yıllarda Ömer Seyfettin, bir arkadaşı ile berbere gider. Berber dükkânında uzunca bir tezgâh vardır. Onun önünde altı tane usta, tıraş yapmaktadır. Bir de çırak vardır. Bu kadar berberin çalıştığı yere, tabii hesap işlerini takip edecek birisi lazımdır. Küçük bir kız çocuğu gişede, tıraş olanların paralarını toplamakta, hesap işlerini takip etmektedir. Konuşmalardan, bu berber dükkânının bir Rum berberi olduğu anlaşılmaktadır.
Sarsıntı
Ömer Seyfettin berberde beklerken duvarları, resimleri, müşterileri, berber çırağını inceleyerek vakit geçirmeye çalışır. Bu düşüncelerle tam dalıp gittiği bir anda, birden sarsıntı hissedilir. Dükkânın camları zangır zangır titremeye başlamıştır. Deprem olduğunu zannederler. Berberler makasını bırakır. Herkes kapıya doğru bakmaya başlar. Bir de ne görsünler, boyu en az iki metre uzunluğunda, çok heybetli birisi içeriye girmektedir. Herkesin yüreği ağzına gelmiştir.
Bu yeni müşteri gelir gelmez, hiç oturmadan, boz yakalı büyük gocuğunu çıkarır. Küçük çırak bu gocuğu almak için koşar, omuzuna koyduğu gocuğun ağırlığından dolayı taşıyamaz ve yere yığılır. Berberler, makaslarını bırakıp çocuğun yardımına koşar, yerden kaldırıp kurtarırlar çocuğu. Kurtulan çocuk, ezilmemek için geriye kaçar. Dev müşteri, bu duruma kızıp kendisine böyle çoluk çocuk gönderilmemesini, hizmet edecek kuvvetli bir adam gelmesini ister. Ceketi çıkınca, kalın belinde gümüşlerle süslenmiş kayışına takılı kocaman bir rovelver tabancası, irili ufaklı kamalar, hançer sapları görünür.
Dehşet adam, adeta kükreyerek, “Ben sıra mıra beklemem, beni kızdırmayın ha!” diye bağırır. Bütün berberler, “buyur paşam” diyerek buyur eder. Yeni müşteri, “Adamına göre muamele gerekir, siz benim kim olduğumu bilmezsiniz.” der.
Bütün ustalar tetikte, fazla ses çıkarmadan tıraşlarına devam ederler. Adamın aynadaki görüntüsünden bile korkarlar. Geniş omuzları, çatık kaşları, büyük ağzı insanı ürpertir. Adeta zapt edilmez bir boğayı andırır.
İkinci sarsıntı
Ömer Seyfettin, bu dalgınlık içerisinde iken birincisinden daha şiddetli bir sarsıntı meydana gelir. Bu defa berber dükkânındaki masalar, aynalar, sandalyeler sallanmaktadır. Dehşet müşteri, berber koltuğundan fırlamış, gişeye arkasını vermiş, yere çömelmiş, avazı çıktığı kadar “Aman, aman!” diye bağırmaktadır. Bütün ustalar, müşteriler şaşırmıştır. Şaşkınlıkları geçince ona doğru dönerek “Ne var?” diye sorarlar. Dehşet müşteri, “Aman işte üstünde vallahi!” diye söyler.
Titreyen elleriyle, usturasından kaçtığı zayıf berberi gösterir. O anda Ömer Seyfettin’in içine bir şüphe düşer. Acaba Yunanlı mı, yerli mi olduğu belli olmayan berber, usturası ile bu kahramanın şah damarını mı kesti, diye düşünür. Kendini toparlayıp ayağa kalkar. Tarihte nice cesur kahramanların, korkak hainlerin kurbanı olduğunu hatırlar. Berberleri iterek aralarından başını çıkarıp cesur adama, ne olduğunu kendisine söylemesini ister.
Korkunun sebebi bulunuyor
Kahramanın korkusunun sebebini anlamak kolay olmaz. Çünkü bu, tahminlerden çok farklı bir şeydir. İri cüsseli adam, korkudan gözleri dönmüş, kırmızı yüzü limon gibi sararmış, çeneleri takırdayarak konuşmaya çalışır. Yüzü, berberin sabunlarıyla doludur. Ömer Seyfettin’e:
“Üstünde, vallahi üstünde!” diyerek tehlikenin yerini işaret eder. Bu tehlike, onu tıraş eden berberin üzerindedir. Acaba bu zehirli bir iğne veya kama gibi zarar verecek bir şey midir, diye düşünen Ömer Seyfettin, berberden üstündekini çıkarmasını ister. Fakat o da şaşkındır. Neyi çıkaracağını, üstünde olan şeyin ne olduğunu kendisi de bilmemektedir.
Cesur kahramanımız, berberin üstünde olan tehlikeli maddenin yakasında yürüdüğünü söyler. Çok zor bir durumdur. Gülünç olmak da vardır. Herkes berberin yakasını aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya doğru inceler, bakar.
Mikrop
Ömer Seyfettin, bu yürüyen canavarın bir bit olabileceğini düşünür. Gerçekten bit çok tehlikelidir. Küçücük bir varlık ama tifüs mikrobunu bulaştırdığı zaman, kahraman falan dinlemez götürürdü. Harp meydanlarında düşmandan korkmayan, aslana, kaplana karşı koyabilen nice yiğitler gözle görülmeyen mikrobun karşısında çaresiz kalırdı. O, böyle düşünürken arayanlardan birisi bulduğunu söyleyip yerini gösterir. Gerçekten bu yürüyen tehlike, cesur kahramanı tıraş eden berberin yakasındadır.
At sineği
Bu canavar, at sineğidir. Ömer Seyfettin; yerde duran kahraman ve cesur müşteriye bunun bir at sineği olduğunu, korkulacak bir durum olmadığını anlatmaya çalışır. Ama o, at sineğinden, hamam böceğinden çok korktuğunu, derhal yakalanarak ezilmesini ister. Biraz önce dev müşterinin gocuğunun altında ezilen sıska çırak koşarak gelir, at sineğini yakalayarak herkesin gözü önünde ezer. Bunu gözüyle gören cesur müşterinin titremesi geçer, yavaş yavaş toparlanarak doğrulur, üzerindeki havluları boynundan çıkararak masaya atar, hızla ceketini, gocuğunu giyerek kalpağını başına geçirip sabunlu yüzüyle kapıya doğru yönelir.
Sıska berber yarım kalan tıraşını tamamlamak için müşteriyi koltuğa oturmaya çağırsa da o duymaz, cebinden çıkardığı bir mecidiyelik parayı gişeye fırlatarak, kendisini dışarıya atar. Herkes derin bir nefes alır, fırtınadan sonraki sessizlik hâkim olur, gişenin altına saklanan eleman da yukarı çıkarak kendini gösterir.
Kâğıttan kaplan
Bugün medyada, televizyonlarda görülen kâğıttan kaplanların adeta gerçeğini gözler önüne sermiş Ömer Seyfettin. Dev cüsseleriyle devlik taslayanların bir at sineğiyle nasıl da yer ile yeksan olduğunu yüz sene önce anlatmış. Sağda solda Herküller, Batmanlar, Örümcek Adamlar gibi kâğıttan kaplanlar dururken bütün bunları evimizin içine kadar taşıyan asıl karakteri ne yapmalıyız, nereye koymalıyız?
Netice
Cesaret, şecaat, kahramanlık, en güzel huylardandır. Vatanın, dinin korunması için de bu meziyetlere sahip insanlara ihtiyaç vardır. Bir insan ne kadar cesur, kahraman, korkusuz olursa olsun, yine acizdir, fanidir. Onun da mutlaka korkuları vardır. Görünür, görünmez, büyük, küçük hiçbir tehlike ve düşman hakir görülmemeli, tedbir elden bırakılmamalıdır. Görünmeyen tehlike ve düşman, görünenden daha kötüdür.