Gül; kadifeden dokusuyla, kendine has kokusuyla, âlemin nadide bir çiçeğidir. Büyüdükçe alev alev kızarır, al al gülümser. Katmerleşir yaprağı, damla damla terler.
İnsan tabiatının, güzele meyli vardır. Yürürken, ılık bahar rüzgârlarında salınan tomurcukları, renk renk açılmış goncaları görmek, insanı şenlendirir. Baharın yaza tebdil ettiği, gonca güllerin serpildiği günlerdeyiz; gül mevsimindeyiz.
Gül, uzun ömürlü, çiçekli bir bitkidir. Orta Asya kökenlidir. Yüzü aşkın asıl türe, ıslah yöntemiyle elde edilmiş milyonlarca çeşide sahiptir.
Mayısın ortasından haziranın ortasına kadar olan vakit, gülün çiçek açma vaktidir. Bugünlerde gül koklamak isteyenler, yetişmesindeki bazı incelikleri bilmelidir. Çok sıcak ve çok soğuk yerlere uyum sağlayamaz, ılık iklimlerde yetişir. Dikim için, bahar mevsimi tercih edilmeli; toprak, yabancı otlardan ve haşerelerden temizlenmelidir. Küçüklüğünde sulanmalı, olgunlaştığında budanmalı, çiçeğe durunca koklanmalı, ürkütmeden sık sık takip edilmeli.
Gül; nazlı çiçektir, arada hoş sohbetle gönlü alınmalıdır. Güzel bakılırsa, açılan çanak yapraklarıyla yeşillikler arasında arz-ı endâm eder. Kimi zaman al giyer, kimi zaman beyazlara bürünür. Bülbülün nâmeleriyle, seher yelinde süzülür.
Öyle bir çiçektir ki gül, her yerde etkisi görülür. Tomurcuklarından çay demlenir, içimizi ısıtır. Kahvaltımıza reçel, kahvemizin yanına lokum olur. Sabunu yapılır, banyo raflarımıza dizilir. Suyu çıkarılır, kullananı rahatlatır. Buharda yağı damıtılır, severek sürülür. Esans olur şişeye dolar; kullananlar, kokusuna bürünür. Bazen dualarla yapılan kısacık bir hasta ziyaretine şahit olur, bazense bir dost tebriğinde buketle sunulur. Kimi zaman gözyaşlarıyla bir kabir üzerine dikilir, yeşil kaldıkça toprağın altındakiler namına istiğfar eder.
Edebiyatta satırlara dökülen gül yaprakları
Gül, her lisanda, edebiyatın iliklerine işlemiş bir çiçektir. Fikrimce lügatlerin en güzel hecesidir. Farsça kökenlidir. Lisan-ı Farisîde bütün çiçeklerin adıyken, sonraları bu isim, yalnız bahçelerin baş tacı için kullanılır olmuştur. Katmerli iri çiçekli çeşidiyle gül-i sadberg, taze teravetli haliyle gül-i ter, dışı sarı, içi kırmızı türüyle gül-i rânâ, yağı çıkarılan çeşidiyle gül-i suri olarak bilinir.
Her çağda kalem oynatanlar; bülbülü âşık, gülü mâşuk eylediler. En çok sözü edilen çiçek olduğundan, “şâh-ı ezher” (çiçeklerin sultanı) ilan ettiler. Mayısa “vakt-i gül”, bahçesine “gülistan” dediler. Kelimeleri edep süzgecinden geçirenler, fikirlerini gül eylediler. Gönül iklimleri muhabbetle yeşerdikçe, satırlarına güller dizdiler. Bülbüle gül lazım olduğu gibi, gönle de bir dava lazım olduğunu mısralarında ifade ettiler:
“Çünki bülbülsün gönül, bir gül-sitân lâzım sana
Çünki dil koymuşlar adın, dil-sitân lâzım sana” (Nedîm)
(Madem bülbülsün gönül, bir gül bahçesi gerek sana. Madem gönül koymuşlar adını, gönül verecek bir iş lazım sana!)
“Mutlak zikir, kemâle masrûftur.” kaidesince, gül deyince âlemin en güzel gülü, yani Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) anlaşılır. Bunun içindir ki gül, peygamberimizin remzidir. Kokusu âlemi kuşatan o gülü anlatanlar, adına tazarru dediler, naat dediler. Gül’e iltica edip hayatını anlattılar, adına siyer dediler.Güzide vasıflarını sayıp yazdılar, adına şemâil dediler. Yakınlık talebiyle hilyeler yazdılar, yüca şanını anlatmak için miraciyeler dizdiler. Natî diye mahlas kullandılar, divanlar doldurdular. Bir bakışına mazhar olmak için, her söze adıyla başladılar.
Öyle bir zatın remzi ki gül; O’dur ıstıraptan çatlamış gönüllere merhem olan. O zât-ı şerîfin aziz gönlüne girmenin yolunu, şairler mısralarında haber verdiler:
“Bahr isen de katre-i nâ-çîz göster kendini
Gönline gir ey gönül ol goncenün şebnem gibi”
(Şeyhülislâm Yahya)
(Denizsen de kendini küçük bir damla bil, öyle göster. Zira gönlüne girmek istediğin o goncanın yaprakları arasına deniz sığmaz, ancak bir damla şebnem sığar. Kendini küçük görmeden, büyüklerin gönlüne girilmez.)
Topraktan biten gülleri doya doya kokladığınız, her kokladığınızda Peygamberimizi (s.a.v.) hatırladığınız bir gül mevsimi olsun. Gülün gönlüne girmek, ebedî nasibiniz olsun.
Kaynakça: Yrd. Doç. Dr. Muharrem Yıldız, Türk İslâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı: 13 Sayfa: 23.