AraştırmaEdebiyatTarih

Bu Yazı, Kedilere İthâfen Yazılmıştır

Canlı, diri, yaşayan manasına gelen “hayevân” kelimesinin kendisinde vücut bulduğu bütün yaratılanlar, değerlidir. 

Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” hadîs-i şerîf’i gereğince, Hazreti Allah’ın can verdiği bütün canlılara merhamet etmek esastır. Onların içinde Türkçede hayvan diye nitelendirdiğimiz, dört ya da iki ayaklı fark etmez, bir grup vardır. Eşref-i mahlûkat olan insanoğlu, bu dilsiz canların koruyucusudur. Ayakları kırılsa kırıldı, acıksalar acıktım diyemeyen bu canlılar, durumlarını belki halleriyle ifade etseler de asıl kol kanat geren, onlara el-dil oluveren, şefkat gösteren, değer veren insanoğludur. Şefkat ve merhamet esas olduğu için sözlü bir hareket bile hoş değildir. Onun içindir ki “karıncayı bile incitmez” sözü, çok makbul sayılmaz. Çünkü karınca, “bile”sinden bile incinebilir.

Bazı hayvanlarla, diğerlerinden daha fazla ünsiyet kurarız. Mesela, kediler, binlerce yıldır yanı başımızdadırlar. Kâh fare kovalarken kâh kuş avlamak için tırmanırken onlarla karşılaşabiliriz. Garip hareketler yapmayı çok sever kendileri, hele bir de ilgi çekmeyi istiyorlarsa… Peki, bizdeki bu kedi sevgisi nereden geliyor? Müslüman bir toplum olduğumuz için hayat rehberimiz olan Peygamber Efendimizden (s.a.v.) geliyor. Resûlullâh sallalahü aleyhi ve sellem Efendimiz, her şeye olduğu gibi hayvanlara da hassasiyet göstermiş, sefere çıktığında onlara huzursuzluk vermemek için ordunun yolunu değiştirmiştir.

Hayvan besleme mesleği: Mancacılık

Osmanlı devrine geldiğimizde, bu hayvanların bakımları için bir meslek grubu oluşmuş, vakıflar tahsis edilmiştir. Her şehirde ve kasabada olduğu gibi payitaht İstanbul’da da kediler çoktur. Nüfusları, insan nüfusuyla yarışırcasına fazladır. Hepsi sahipli olmadığı ve bazısı sokakta yaşadığı için toplum bunlara sahip çıkmıştır. İşte, bu hayvancıklara sahip çıkan toplumun görünen yüzleri mancacılardır.

Manca ifadesi, İtalyanca yemek fiili olan “mangiare”den gelmektedir. Sokak hayvanlarının beslenmesi ile ilgilenen kişilere mancacı, yemeğe de manca denirdi. Kediler, en çok ciğer gibi sakatatları severdi. Mancacılar da, sırtlarında sepetleri ya da omuzlarında üzeri ciğer dizili sopalarıyla “kedi-köpek mancası” diye bağırarak bunları satarlar ya da verilen parayla bu hayvanları beslerlerdi. Hatta bazı insanlar, bu hayvanların beslenmesi için vakıf tahsis etmiş, mallarının bir kısmını vasiyet etmişlerdir.

Edebiyatın kedileri

Kediler, kültürümüzde o kadar yer etmişlerdir ki sarayda ağa, kütüphanede baş hademe olmuşlardır. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın, Ağa Efendi isimli bir Ankara kedisi vardır ki diğer kedilerden epey farklıdır. Tabii saray terbiyesi alanın hali de bir başka olur. O Ağa Efendi ki kendisine uzatılan yemeği, çatalla uzatılmadığı takdirde yemezmiş.

Bir de Bayezid Umumi Kütüphanesi’nin kedileri vardır ki, bunlar kütüphaneyi bile kendi umumî isimleriyle söyletir olmuşlardır.  Ciğerle beslenen bu kediler, kitapları farelerden korumuş, kitaplar arasında bir bakıma güvenlik gibi durmuş, dolaşmışlardır. Sayıları o kadar fazlaymış ki kütüphane bir süre sonra “Kedili Kütüphane” diye anılır olmuş. Günümüz kütüphanelerinde kedi görmek hâlâ mümkün, maalesef insan görmekten daha fazla mümkün.

Edebiyatçılarla da ayrı bir ünsiyeti vardır bu hayvancağızların. Kucaklarında çıkardıkları mırıltılarıyla sahibini sakinleştirip daha dingin yazmasını mı sağlıyordur bilinmez, araları çok iyidir. Hatta son dönemlerde adlarına “Kedinâme”ler bile yazılmıştır.
Günümüzde sayıları milyonlarla ifade edilen nüfusları var; kimi sahipli kimi sahipsiz. Büyük çoğunluğu sokaklarda; hayatı beraber paylaşıp yaşıyoruz. Yazın suya, kışın sıcak bir yuvaya ihtiyaçları var. Bize düşen vazife, onları sevmek, korumak ve haklarına riayet etmektir.

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu