Çeşmelerin Dili
Niyet hayır, akıbet hayır. Semaya kalkan eller olmasa da kalplerden geçen temenniler vardır.
Kalabalık ailede büyümek eğlencelidir. Bizim aile, dedem, babaannem, annem, babam, ben ve kardeşlerimle beraber dokuz kişiydi. 80 metrekarelik o küçük köy evinde, eğlenmek için çok fazla şeye ihtiyacımız olmazdı. Evin yüklüğüne girip oradaki yatakları devirerek üzerlerinde oynamak, zıplamak, en eğlenceli aktivite olarak gelirdi. Annem bu hâli görünce, terlikleri ayağından çok eline yakışırdı. Yine de uslanmazdık ve bu hâl öylece devam eder giderdi. Hele ki vaktiyle anne babalarının yanında kendi çocuklarını sevemeyip bütün sevgilerini torunlarına saklayan dedem ve babaannem de bize katılınca, keyfimize diyecek olmazdı. Dedem, yaşı kemâle ermiş, dediğim dedik, herkesin çekindiği biri olmasına rağmen bizimle o kadar çocuk olurdu ki dışarıda esip gürleyen adamın o olduğuna asla inanmazdınız. Onu tanıdığım gündem beri uykuları haricinde boş durduğu bir anı hatırlamıyorum. Kâh demirci körüğünde demir döver, kâh odasında ya da havagüneşli ise dışarıda elinde keseri ve ağaç oyma bıçağı, bizim için sadece bir odun parçası olan, ağaç parçalarından kaşıklar yapardı. Uzun bir zaman eve uğramadığı olurdu, haber alamazdık, merak ederdik. Sonradan civar köylerde su değirmenlerinin bozulduğunu, onları tamire gittiğini duyardık. Bizim köyün yolları oldum olası bozuktur, yapacak bir şey bulamadıysa alır eline el arabası ve lazım olan alet edevatı, yolların bozuk kısımlarını elinden geldiğince yapmaya çalışırdı. Gece yarılarında dışarıdan gelen gürültülerle uyandığımızda genellikle onun sokak lambasının altında kışlık odun hazırladığını görürdük. Yaptığı her işi severek ve isteyerek yapardı, ama çeşme yapmayı diğerlerinden fazla mühimserdi. Eskiden evlere su verilmezdi, bizim köy ve yaylalarda insanlar su ihtiyaçlarını çeşmelerden temin ederlerdi. Köylerden yaylalara, yaylalardan köylere genellikle yaya olarak gidilir gelinirdi. Dedem de köy ve yayla meydanlarına, göç yolları üzerine belirli mesafelerde çeşmeler yapardı. Metrelerce, bazen kilometrelerce uzaklardan günlerce, bazen aylarca çoğu zaman tek başına evden getirmiş olduğu birkaç dilim ekmek, birkaç bardaklık su ile sabahleyin seher vaktinden akşam karanlığı çöküp de göz gözü görmeyinceye kadar su kanalı açmak için çalışırdı. Bu işi çoğu zaman güneşin sarı sıcağı altında yapardı. Bazen beni de yanında götürürdü. Yere diktiği birkaç dalın üzerine çadır gibi gerdiği ceketinin gölgesi altında onu çalışırken izlemek bana keyif verirdi, ama herkes ondan çekindiği için kendisine bu iş için bile dua eden olacağını düşünmezdim. Bir gün bu düşüncemi ona açtığımda:
– Niyet hayır, akıbet hayır. Semaya kalkan eller olmasa da kalplerden geçen temenniler vardır.
Yine bir gün bir haftadan beri kazmaya devam ettiği yaklaşık beş kilometrelik su kanalını bitirip kanala su borusunu döşemeye başlamıştı. Ben de kendisine elimden geldiğince yardım ediyordum. Bulunduğumuz yer, bozkır ile ormanın birleştiği, yukarıdan bakıldığında tatlı su ile tuzlu suyun karışmadığı o meşhur yer gibi bir noktadaydı. Çeşmeden su akmaya başladığında ilk suyu ben içmek istedim. Dedem buna müsaade etmedi. Önce kendisi içti.
– Kendi yemediğin, içmediğin bir şeyden sen de başkasına ikram etme.
O günlerde evlere daha yakın bir bölgeden araba yolu geçeceği konuşuluyordu. Böyle olduğu takdirde bu yolu kimse kullanmazdı. Ben bunca emeğin boşa gideceğini düşünüp üzülüyordum.
– Dede, yakında ileri taraftan araba yolu geçeceği söyleniyor. Araba yolu açıldığı zaman burayı kimse kullanmaz ki. O zaman buraya harcanılan o kadar emek boşa gitmez mi?
– Yolun ne zaman açılacağı belli değil. Hadi hemen açıldı diyelim, iyilik dediğin sadece insanlara mı yapılır? Bak, buraya en yakın dere ne kadar uzakta. Buradan insan geçmezse kurt istifade eder, kuş istifade eder. Yağmur yağmadığı zaman suya hasret kalan bitkiler istifade eder. Unutma evlat, ağzı dili olmayan canlılara yardım etmek de bir sadakadır.
– Peki dede, bu yaptıklarının mükâfatını alıp almadığını nereden bileceksin?
– Ben bu dünyadan gittikten sonra yolun buralara düşerse beni çeşmelerden sorarsın.
Çocuk aklım bu sözleri almazdı. Ağzım hayretten bir karış açık tatlı bir merakla sorardım?
– Çeşmeler konuşur mu ki?
Aradan yıllar geçti. Örümcek ağı gibi her yanı saran araba yolları, patika yolları unutturdu. Dedem, ebedi âleme irtihal etti. Geride belki de suyu kıyamet sabahına kadar kurumayacak çeşmeler bıraktı. Galiba bana demek istediği buydu, “Ölmek istemiyorsan, ölümsüz eserler bırakmalısın.” Sadece benim bildiğim, birikintisinde kuşların serinlediği, sularının küçük derecikler hâlinde derinlerine inip ormanı güzelleştirdiği, ondan fazla çeşmesi var. Hâlâ ilk günkü berraklığında, bazen yağmura, bazen rüzgâra arkadaş olup tatlı tatlı akmaya devam ediyorlar. Ne zaman yolum oralara düşse çeşmeden su içerken suların şırıltısında elinde kazması, alnında biriken teri ile dedemin hayalini izlerim ve çeşmeler bana, suları kurumadığı müddetçe dedemin hatırlanacağını anlatırlar.