Fındık, imeceden mevsimlik işçiye, çerezlikten ezmesine, dalından sofraya yemişten öte bir hayat mücadelesidir. Karadeniz’in sosyolojik resmidir.
Karadeniz denince aklınıza ne gelir? Ağustos ayı size ne hatırlatır? Bir Karadenizlinin bu sorulara cevabı özellikle Ordu, Giresun, Trabzon yöresinde yaşıyorsa gerçekten de fındıktır. Çünkü oralarda ağustos ayı demek, fındık demektir.
Emsalsiz Türk fındığı
Çakıldak, incekara, yassı, Değirmendere, Yomra, kara, tombul, kargalak, mincane…. En dikkat çekici fındık tombul yani diğer ismiyle Giresun kalite fındıktır. Dünyada fındık, kalite bakımından iki çeşittir. Biri Levant, diğeri Giresun kalite fındıktır. Çikolatanın fındıkla tanışması 1900’leri bulmuş. Diğer ülkelerde de çikolata reklamı yapılırken Türk fındığı olması hususiyle vurgulanır. Türk fındığının yağ ve aroma oranı da yüksektir. Olgun, meyvesi dolgun ve muntazam şekildedir. Ve Türk fındığının randımanı (iç doluluk oranı) %52 civarında. Bu, dünya standartlarının üstünde bir kalite demek. Ayrıca kabuğu ince, meyve eti beyaz, parlak ve gevrektir.
Kimine tatildir ağustos kimine fındık…
Muhabbet bir soru ile başlar; “Nerelisin?” Giresun’dan olduğu öğrenilince verilen ortak tepkidir: Ooo, fındıkçısın yani. Evet, fındıkçıyız. Bu sebeple yaz olunca evdeki popüler gündem, fındıktır. İzinler ona göre ayarlanır, biletler alınır ve memlekete göç başlar. Kimine tatildir ağustos, kimine fındık… İnsan ne kadar kızsa da bu duruma, bütün kızgınlık fındığı avucun içine alınca biter. Küçüklükten başlar hikaye. Hani babadan oğula derler ya, öyledir tarım ürünlerinin çoğu. Zaten fındıkçı doğarsın. Ninelerin, dedelerin dediği gibidir işte: Gözümü açtım fındık, gideceğiz yine fındık.
Fındık bu sene yok!
Mayıs-haziran aylarında memlekette dilden dile gönülden gönle dolaşan bir cümledir bu. Bölgede 2500 yıllık geçmişi olan fındık, hayatın tam da merkezindedir. Her sene 4-5 milyon insanın elinin değdiği bir üründen bahsediyoruz, yüzlerce ülkeye ihraç ettiğimiz. Senenin tamamına yayılan bir muhabbeti vardır fındığın. Kışın gübreler atılır, bakımı yapılır. İlkbahar aylarında bakım devam eder. Kışın yapraksız kalan ağaçlar yavaş yavaş canlanır. Fındık hakkında konuşulmaya işte bu zamanlarda başlanır. Kimisi soğuk geçti, fındığı don vurdu der; kimisi sıcak geçti, fındıklar yandı der. Hususiyle de mayıs-haziran aylarında dolaşan bir cümledir: Fındık bu sene yok!
Fındık yetiştirilecek bölgede, bol yağışla birlikte nemin %50’nin altına düşmemesi lazım. Bu sebeple Giresun, Ordu ve Trabzon fındığın doğasına, ekolojisine en uygun yerler. Yer yer Sakarya, Düzce ve Karadeniz’in diğer şehirlerinde üretimi yapılsa da bu 3 şehir toplam ülke üretiminin %75-80’ini karşılıyor. Ayrıca ülkemiz, dünya fındık üretiminin %75’ine sahiptir.
Nadirdir bu söylentinin doğru çıkması. Yöre halkının, var-yok muhabbetleriyle hesaplar yapmasına hak veririm. Çünkü yörenin aslî geçim kaynağıdır fındık. Bir tabir vardır bizim oralarda: Fındıktan sonra… Evlilik mi, fındıktan sonra. Ev mi yapacaksın, fındıktan sonra. Borç mu, o da fındıktan sonra.
Eskiler sadece fındık toplayarak koca bir aileyi geçindirirmiş. Ki koca aileden kastım, on kişinin üstünde fert sayısı. Günümüzde ise fındık bu temel geçim kaynağı özelliğini birazcık kaybetmiş durumda. Artık fındığa herkes ek gelir gözüyle bakıyor. Toplayayım, bahçede kalmasın diyenlerin sayısı da hayli fazla. Bunda da birçok sebep var: Çoğu da fındık fiyatının yetersiz oluşu, gübrelerin pahalı olması.
Fındık göçü
4-5 yıl önce, fındık hasadına yakın, daima karayolu yolculuğu yapardım. O vakitlerde en hoşuma giden şey, yol boyunca fındık dallarını izleyerek hayal kurmaktı. Karayollarına sarkmış dallardaki fındıkları saya saya varırdım memlekete. Birlikte yolculuk yaptığım insanların fındık muhabbetlerini dinlerdim. Küçüktüm o zamanlar. Fındığın bu insanlar için ‘umut’ demek olduğunu bilmediğim yıllardı. Hele yolculuk otobüsle yapılıyorsa, denizin eşlik ettiği yol boyunca otobüsteki insanların fındık dallarına bakışı görmezden gelinemez güzellikteydi. Her yer ona çıkıyordu buralarda. Trafik işaretleri bile: Trafik kurallarına uy! Ceza yeme, fındık ye!
Bu yolculuklar aslında bir nüfus mübadelesi demekti. Şehirden köye göçün hikayesi… Fındık zamanı derler bizim oralarda temmuz-ağustos aylarına. Bu vakitlerde köylerin nüfusu kalabalıklaşır. Gurbetçiler köyüne dönerken, başka şehirlerden mevsimlik işçiler de çalışmak için bu topraklara, gurbete gelir. Herkesin fındık zamanı köye gelmesi, köyleri şenlendirir, köylere hayat getirir.
Fındık bahçesinde hazırlık
Temmuz sonu ağustos başı hasat başlangıcıdır. Tabi ondan evvel bahçelerdeki otlar motorlarla temizlenir. Eskiden oraklarla temizlenir ve günler sürermiş. Şöyle düşünün: 5 dönüm bahçe 4-5 günde temizlenirmiş. Şimdi ise 5 dönüm bahçeyi bir kişi, motorlu tırpan ile bir günde rahatça temizleyebiliyor.
Bahçeler hazırlandıktan sonra evler de hazırlanır. Fındık öncesi temizliği yapılır, bayram temizliği gibi. Sonra çarşıdan alışverişlerle mutfak doldurulur. Çuvallar, sepetler hazırlanır; yırtığı varsa dikilir, tamir edilir. Kara lastikler alınır. Eğimli bahçelerde kaymamak için elzemdir kara lastik.
Üreticiden 8-10 liraya alınan fındık, çerez olarak pakete girdiğinde, aktara ve markete ulaştığında kilosu 40 liradan açılıyor.
Fındık bahçesinden bahsetmeden olur mu? Fındık bahçesinde saatlerin geçmesinin tek yolu vardır: Koyu ve eğlenceli bir sohbet. Sırf sohbetleri için gidilen bahçeler bile vardır buralarda. Bahçede yenilen yemekler, tüten çaylar, kesilen karpuzlar, laf atışmaları…
“O yerde baskın fındık varmış.”
Geçen seneden bir cümle. Fındığın baskın olması, çok olması demektir. Fındık az olsun, çok olsun her bahçeye gidilir. İnsanlar senede birkaç defa bile olsa topraklarını görmek isterler. Sepetler bele takılır veya ellerde çuval, çotanaklar toplanmaya başlanır. Bel ağrısı, fındık bahçesinin kronik hastalığıdır. Elinizi yakan ısırgan otuna ise yöre halkı bağışıklık kazanmıştır. İlk gün biraz yakar, sonrasında ise normal yeşil bir bitkiye dönüşüverir.
Bahçeden binbir emekle ev önüne getirilir. Fındığın biriktirildiği yere harman denilir. Bazıları serender dediğimiz, küçük ev benzeri yerlerde de biriktirir. Ama ekseriya açık havada, harmanda biriktirir fındığı. Yeşil kabuklu olan fındık havalanır, biraz da kurur haliyle. Patoz mevzusu gelir sonrasında. Fındık yeşil kabuklarından ayrılır patozla. Ardından 3-5 gün boyunca güneş görmesi, kuruması gerekmektedir. Bütün bu işlemlerin sonucunda Karadeniz’in altın meyvesi fındık satışa, çerezliğe, sanayiye hazırdır.
Hasat sonrası akşam muhabbetleri için misafirliklere gidip gelir insanlar. 10 sene evveline kadar köy evlerinde TV’ler çok yaygın değildi. Sohbetler demlenir, meseleler istişare edilir, fındık sonrası hedef ve hayaller paylaşılırdı. Karadeniz bölgesinde fındık efsanesi böyledir işte. Dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Tabi yorulduk da, enerjimiz gitti. Fındık yiyelim o zaman. Siz de unutmayın sakın!
Sağlık İçin fındık
İbn-i Sina, fındığın çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanıldığından bahsetmiş. Doktorlar da her defasında fındığın faydasından bahsediyorlar. Buyurun, fındığın bildiğimiz, bilmediğimiz mucizevi faydaları:
• Bağışıklığı kuvvetlendirir.
• Kas ağrıları ve kramplara iyi gelir.
• Hafızayı güçlendirir.
• Hamilelik sürecinde bebeğin gelişimine katkı sağlar.
• Kuvvetli bir magnezyum kaynağıdır, kemiklerin güçlenmesini sağlar.
• Sinir sisteminin doğru işlemesinde B6 vitamini ve amino asit içeren fındık, bu şekilde ruh sağlığına da iyi gelir.