İnsan nedense hep yaptığı eser ile tabiata kafa tuttuğunu, onunla baş edebileceğini sanır. Tabiatı bir rakip olarak görür. Teknolojiyi de buna alet eder.
İlk Haber:
“Japonya’da 7.8 şiddetinde deprem oldu. Teknolojik binaların sayesinde Japonya’da can kaybının en az olması bekleniyor.”
15 dakika sonra bir düzeltme:
“Depremin şiddeti 8.8. Daha sonra yine bir düzeltme, 8.9, en sonunda da 9.0.”
İkinci haber:
“ Teknolojik binalar sayesinde can kaybı az.”
Ya sonrası;
“Tsunami… On binlerce can kaybı… Nükleer reaktör kazası…”
Sarsıldım. Teknolojiyi çok mu abarttık!
Teknolojinin Yükselişi
Maddeleşmiş düşünceler, durmadan makineler üretmeye devam ediyor, medeniyetler kuruluyor, insanlık altın çağına doğru yol alıyordu. Buharlı gemiler, trenler, otomobiller, uçaklar hepsi işleri kolaylaştırıyor, uzakları yakın ediyordu. Bütün bunlar insanın tabiatla ilişkisinde bir alet miydi yoksa bu teknolojik aletler insanı kontrol altına mı alıyordu?
Alet edevat ve teknoloji, insan hayatını kolaylaştırmak içindir. Ve tabiatla olan ilişkisinde onun elinde bir araçtır. Bu araç, daha sonra nasıl olduysa araç olmaktan çıkıp işin aslı haline geldi. Özellikle Sanayi Devrimi itibariyle insan bu aracı “her şeye gücü yeten” tabiatı ve kendini sırf madde olarak gören bir statüye soktu.
İnsanın İnsanlığını Unutturan Teknoloji
İnsan kendini ne kadar teknolojiyle donatabiliyorsa o kadar modern ve gelişmiş hissediyor. Birinci sınıf güvenlik, parmak izli kapı, elektrikli dikenli telli bahçeli evler, x marka otomobil, y marka bilgisayar, a marka cep telefonu, b marka televizyon, c marka klima vb… olsun istiyor. Bir gün bunlardan bir an feragat etse geriye ne kalır? Çok denklemli çözülemeyen bir yalnızlık, bir feryat : x-y-a-b-c….= dijital yalnızlık.
- yüzyıldan beri teknolojinin yükselişi sürekli gelişme kaydetti. İletişimin en üst düzeyde olduğunu iddia ettiğimiz bir çağa geldik. Eğer teknolojinin bu çağında insanlık unutulmamış olsaydı, insan bu kadar yalnızlık çeker miydi? Psikolojik travma vakaları bu kadar artar mıydı? Bunların sebebini izah edemiyoruz. Ya da izah etmeye dilimiz varmıyor.
Gelin biz izah etmeye çalışalım. Önce yalnızlıkla ilgili bir kaide koyalım. İlaçların yan etkisi olduğu gibi, her teknolojinin de bir yan etkisi vardır. Arabalar icat edildi, insan akrabalarının değerini unuttu. Telefonlar icat edildi insan çocuklarını unuttu. Televizyon, bilgisayar, internet icat edildi, insan kendisini unuttu. Bu yan etkilerin toplamında da ortada yalnız bir insan kaldı.
Dijital Kuşatma
Ortaya çıkan yalnız insana giden yolda yapılan en büyük hata teknolojinin insan için anlamlandırılan boyutuydu. Cep telefonu icat edilirken insanın diğer insanlarla kurduğu iletişimden daha fazla menfaat temin edeceği umuluyordu. Ama öyle olmadı. Büyük binalar yapıldı, güvenlik tedbirleri arttırıldı, bankalar daha fazla korundu. Sonuçta da insana duyulan güvensizlik arttı. Teknolojiye güvenilerek bazı meseleler çözülür zannedildi. Ancak bu yapılırken insanın insana olan muhtaçlığı unutuldu.
Parayı muhafaza için kurulan teknolojik bankalar, artık insanın ruhunu muhafaza ediyor. Sonraları ise sınırsız kredilerle üçüncü sayfalarda sinirli insanların hazin sonu servis ediliyor!… İnsanlar “dijital kuşatma” altında ve teknolojiye kayıtsız şartsız esir oluyor. Dijital yalnızlığa doğru kayıyor.
İnsanı Tüketen Teknoloji
İçinde Çanakkale gibi bir savaşı da barındıran “iki” dünya savaşı ve kefeye konulmayan nice savaşlar. Yeryüzünün belki de en kanlı yüzyılı. Ve teknolojik silahlar. Artık savaşlarda ne kadar ölü olduğu önemli değil. İlk bombardımanda ne kadar öldürülebiliyor, yeni silahlar beklenilen sayıda öldürücü ve tesirli olabiliyor mu? Her yeni bir savaş, yeni bir teknolojik silahın talim alanı. Teknolojik silahlar, gelişmiş savaşlar, gelişmiş ve rakama vurulduğunda yüz kızartan insan ve insanlık düşmanı ve insanın bedenini tüketen teknoloji karşımıza çıkar.
Daha büyük gemiler, daha lüks otomobiller, daha donanımlı uçaklar, daha değerli insanı ortaya çıkartabiliyor mu? İnsan yükseldikçe insanlılığı ile yükselseydi, teknolojinin ve paranın patronlarından insanlık dersi alınması gerekirdi. Ama şimdi öyle mi? Çıkış noktasında insanlık ve insanlığın yükselişi unutulup teknolojik aletlerin yükselişi için mücadele verildiği için ortaya aletlerin içinde insanlıktan uzak bir nesil ortaya çıktı.
Eğer tabiatı ve çevreyi daha iyi yaşanır hale getirmek için bir teknolojik gelişme düşünülseydi, tabiat rakip olarak mı görülmeliydi, yoksa bir yuva olarak mı? Üzerinde yıllarca çalışılıp milyarlarca para ve sayısız emek dökülen şehirler, üstün teknolojik cihazlarla donatıldığında ortaya insan için bir şehir çıkmalıydı. Oysa şimdi şehirlerimize uzaktan bakanlar şehir için insan kölelerin amansız ve anlamsız bir yığın olarak kullanıldığını görecektir.
Teknolojiye Neşter Vurulmalı
Şehirlerimize uzaktan bakanlar sadece yetişkinlerin ızdırabını görmez. Gökyüzü görmeden büyüyen çocukları görür. Yerüstü yolları yetmedi, yeraltını tünellerle, metrolarla deldik. Deniz üstü gemiler yetmedi denizaltılar yaptık. Artık tabiatı her türlü kullanabiliyorduk. Herhangi bir doğa felaketini sadece teknolojik çarelere bağlamak “züğürt tesellisidir”. Tabiat, boşluk kabul etmez. İnsanla kendi içinde bir bütündür. Teknolojiye ‘aşırı’ güvenip, güven duygusunu boş bırakırsak bu boşlukları doğa, tabiat “ikazlarıyla” dolduracaktır.
Bir neşter ameliyat masasında doktorun elinde hayat kurtarıyor. Bir insanın elinde kötü amaçlı kullanıldığında o insanı cani katil yapıyor. Teknolojiye de “usta ellerce” neşter vurulmalıdır. Teknoloji artık insanı ya da insanlığı tümden yok edebilir ya da kurtarabilir.