Hikaye ve Günlükler

Küçük Siyah Mürekkep Lekesi

Hikaye

Bir mürekkep lekesi kağıda düştüğünde neler söyler? Kağıt bütün mürekkebi çekene kadarki kısa ömründe aklından neler geçer?

Dolma kalemden düşen bir damla mürekkep kağıtla buluştu. ‘Sonunda’ dedi, küçük siyah mürekkep lekesi.

“Sonunda ben de bir şeyler söyleyebilirim. Söylesene ben neyim?” diye sordu merakla. “Bir cümlenin sonundaki bir nokta mı? Yahut bir kelimenin olmazsa olmaz ilk harfi mi?” diye neşeyle ekledi.

Donuk gözlerle baktı dolma kalem ve soğuk harflerle mırıldandı “Ne lafazan ve ne meraklı bir leke.” Israrla sordu küçük siyah mürekkep lekesi “Söylesene hadi! Neyim ben? Keşke istediğim şey olabilseydim!” diye de umutla ekledi.

O zaman büyük, kocaman bir sorunun sonunda, mutlu minik bir soru işareti olurdum. Öyle merdiven altı basmakalıp zihinlerde üretilen ve piyasada yaldızlı kağıtlarla satılan sorulardan değil. İnsanı düşünmeye değil, bilindik ezbere sorulan sorulardan hiç değil. Berrak zihinlerde ortaya çıkan ve doğrulukla yoğrulup hakkı arayan, hak olan bir soru olmak isterdim. Tozlanmış bir kitabın satırlarında unutulmuş, insanların varlığından haberdar bile olmadığı bir soruda olabilirdi pekala.

Hele gözlerinin önünde habersiz oldukları perdeyi alaşağı edecek türden bir cümlenin, noktası bile olurdum, diye sıraladı bir çırpıda.

“Ne usanmaz ne hayalperest bir leke.” diye homurdandı dolma kalem ve kızgınlıkla da ekledi:

“Nasıl, senin gibi küçük ve önemsiz bir leke böyle konuşabilir? Gülümsemeye çalıştı mürekkep lekesi, kurumayan taraflarıyla. Yanlış soruyu soruyorsun ve doğru cevabı istiyorsun. Ne garip?” dedi ve devam etti. Sahi sen hiç fark etmedin mi, insanların ölesiye düşünmeyi, bıraktıklarını. Bir çarkın içinde, birbirinin aynı başıboş günler yaşadıklarını. Düşünmeyi keten çantalara katıp bir daha açmamak üzere ceviz sandıklara sakladıklarını. Hakikati aramayı bırakıp, gündelik hırslarla oyalandıklarını.”

“Hem,” diye ekledi küçük siyah mürekkep lekesi:

“Benim küçük ve önemsiz olduğumu söyleyip duruyorsun. Peki sen söyle, bütün dünyayı dize getiren minik virüse ne diyorsun? Benden daha küçük bir leke değil mi o? Oysa bütün insanları aylarca evine kapatmış, yüzlercesinin canına mal olmuştu.

“Evet haklısın” dedi düşünen harflerle dolma kalem. “Peki” dedi mürekkep lekesi üzerindeki küçük sıfatından sessizce sıyrılıp “O zaman herkes sormaya başlamadı mı, nasıl bir virüs bütün bunlara sebep olur? Nasıl kuşlar göklerde uçar, kuzular bayırlarda otlar da kapılar kapanır ve bütün insanlar dört duvar arasında kalır? Kimisi hayretle sordu, kimisi çaresizlikle. Birçoğu kararsızlıkla ve korkuyla sordu. Pek azıydı oysa merakla soran. Pek azı, nasıl yerine neden dediler. “Nasıl başımıza böyle bir şey gelir?” demediler de neden başımıza böyle bir şey geldi dediler? Şikayeti bırakıp anlamaya çalışmanın dayanılmaz merakıyla sordular. Ve işte çağımızın yalancı hayatından sıyrılıp hecelemekten kurtuldular. Doğru soruyla doğru cevaba ulaştılar.”

Ve son bir gayretle ekledi, kurumadan az önce mürekkep lekesi:

“Ve işin garip tarafı, yani bazı insanlar hiçbir zaman sorulara ihtiyaç duymadı. Onlar bir kenarda, doğrusu dosdoğru bir yolda sessizce yürüdüler. Evet, soru sormadılar ama bu soru sormaktan aciz oldukları için değil, doğru cevapları haiz oldukları içindi.”

Ve kağıt, küçük mürekkep lekesinin yaş yerlerini de yavaşça çekti. Oda eski sessizliğine gömüldü.

Dolma kalemin sıcak harflerle iç çekişleri duyuldu:

“Ne kadar düşündürücü bir cümle ve ne kadar sorgulayıcı bir nokta.”

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu