Raf Ömründen Tükenen Nefeslere: Tüketim
Gıdaların raf ömrü vardır, ya insanın ömrü… Bir ömürde alınan nefes, raflara dizilse ne kadar yer tutar? Bir insan saniyede 1 nefes alırsa, saatte 3600, bir günde 86.400 nefes eder. Nefessiz en fazla 2-3 dakika durabilir. Ve her nefes bir canlı için tükeniştir.
Ömür, bir nefes ticaretidir diyebiliriz. O kadar nefesi yakmak için gıdalanıyorsunuz. Bu nefesi nerede, niçin, nasıl tüketiyorsunuz? Gün olur sonu boş bir iş için ‘boşuna ömür tüketmişim’ deyip son pişmanlık duyarsınız. Talebeye ders anlatmak için ‘Burada sizler için nefes tüketiyoruz’ dersiniz. Gücünüzün kalmadığını izhar etmek için‘sıfırı tüketmek’ deyimini kullanırsınız.
Tüketmek; tamamını harcamak, hiç bırakmamak, bitirmek manasında edebiyat raflarında yer aldı. Bütün bunları yıllardır duvarlarda yer alan ahşap bir raf olarak seyrettim. Dünya tezgâhında ihtiyaçlarınızı raflardan karşılıyorsunuz: Gıda, teknoloji, elbise rafı. Sosyolojik mefhumlar ve tahliller ile aklınızı bulandırmak istemem. Mevzuyu gayet sarih ve sahih anlatacağım. Kendimden yola çıkıp aldığınız verdiğiniz nefeste kendimi arayacağım.
İnsanlığın başlangıcını bize yanlış anlattılar. ‘İlk insanları’ daima kötülediler. Aslını reddedenler ilk insanlara toplayıcı, avcı dediler. Hâlbuki ilk insan bir peygamberdi. Medeniyet binasının giriş kapısına ilk taşı onlar koydular. Eşyaya, taşa, demire şekil vermeyi başarmışlardı. Doğal meskenlerde yaşadılar. Sonra hayvanları evcilleştirdiler, etinden sütünden istifade ettiler.
Akabinde toprağın ne bereketli bir kaynak olduğunu gördüler. Üretmeye başladılar. Tarım toplumu dediler buna. Evlerini kendileri yapmaya başladılar. Ürettiklerinden ihtiyacı olanları evdeki raflara, fazlasını pazara çıkardılar. Artık üretici idiler. Takas ile alışveriş, paraya döndü. Daha çok kazanmak için daha çok ürettiler ve daha fazla pazara açıldılar. Dünyaya tamah edip dinden uzaklaşanlar sadece para kazanmanın derdine düştü.
İnsan, makine gücünü keşfetti. Sanayi toplumu olduk dediler, seri üretime geçtiler. Ürettikleri raflara sığmaz oldu. Artık ürünler daha fazla dayansın diye ‘raf ömrü’ uzatıldı. Biz bunu reklam, tv, medya ile pazarlayalım, daha fazla tükettirelim diye düşündüler. Kültür endüstrisini kurdular. Ve ekrandan sofraya, kadından çocuğa tüketim toplumu diye bir mefhum yerleştirdiler.
Cümleler ile saldırıya geçildi. “Şu kadar su tüketin, ekmek tüketin, meyve tüketin, sebze tüketin. Stoklar tükeniyor, bitmeden yetişin…” Üretmeyi bir onlar biliyordu zaten. Cümlenin altında şu mana gizlenmişti. “Siz üretmeyi beceremezsiniz, o zaman tüketin, gerisini düşünmeyin.” Geleceğiniz faizle tüketilmek istenir. Taksitle tüketici/ihtiyaç kredisi verilir. Aşırı tüketmişlikten bozulan sıhhat için ‘tükenmişlik sendromu’ teşhisi konuluverir.
Sorarım size kendi ürettiğiniz bir yoğurdun, tereyağının, kendi yetiştirdiğiniz bir domates ve zeytinin, karpuzun, kendi yaptığınız bir yemeğin, meyve suyunun raf ömrü ne kadardı? Bunu bir raf olarak en iyi ben bilirim. Çünkü asırlardır sağlıklı ürün ile tüketim için yapılan ürünü üzerime konula konula fark ettim: Ruh sağlığını korumanın yolu beden sağlığına dikkat etmekten geçiyordu.
Eskiler, hani medeniyetten uzak insanlar var ya, sanayileşmemiş, az gelişmiş, geri kalmış diye sıfat ilave ettiğiniz, onlar hiç mi tüketmemişti? Hadi sizin tabiriniz ile söyleyeyim, en ‘bilinçli tüketici’ olabilmişler miydi? Onlar tüketmez idi, istifade ederdi. Faydalanırdı. Azı karar, ortası yarar, fazlası zarar, kavlince itidalli idiler. Sağlığa zararlı demenin harama kadar gittiğini bilir, helal tüketimden ziyade helal üretimin peşinde koşarlardı. Fazla tüketimin adı onlarda israf idi. Doyduktan sonra yemeyi dahi israf sayarlardı. Onlar daima kendin yetiştir kendin pişir, dediler.
Evvela ahırdaki hayvanlar, beşikteki çocuklar doyurulurdu. Sonra kendileri beraber yemeğe otururlardı. ‘Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.” Ayeti kerimesi kitapta kalmaz, günlük hayata tatbik olunurdu. Ürettiğinin kıymetini bilir, şükür kelimesini bereket anahtarı olarak dilinde taşırdı.
Bir elbiseye kırk yama vurulur, israf endişesi ile kenara atılmazdı. “Biz tabiatı atalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan emanet aldık.” Kızılderili atasözü ile ne kadar çevreci olduklarını da göstermişlerdi.
Çevreci olmak ürünü raf ömrünü uzatıp insanın ömrünü kısaltmak değildi. İhtiyaç miktarını aşan her şey muhtaç konumuna geçer ve bağımlılık başlardı. Kapitalist veya nefsanî arzuların sınırı yoktur, lakin kaynaklar, nefesler sınırlıdır. Sınırsız tüketim ile sınırlı nefeslerinizi heba etmeyin. Ondandır ki faide-fayda kelimesinden iştikak eden ‘istifade’ kelimesini hayatınıza dahil edin. Zira istifade, bir şeyden manen de faydalanma, kazanma, karlı çıkmak manasına geliyordu.
Tüketmeyin, tükenmeyin, iki cihanda müstefîd olunuz efendim!