Hikaye

Yarım Kalan Hikaye

Dün gece mışıl mışıl uyuyordu oysa. Günün ona ne getireceğini bilmiyordu. Dün sabahtı, hiçbir şeye bu kadar şaşırmamıştı son birkaç senede. Böylesine meydan okumamıştı. Heyecanlanmamıştı. Bütün olan biten itirazlar, dimdik karşı durmalar, rüzgâr ile yoldaki arabaların üzerine devrilen ağacın resmini canlandırıyordu.

44 yaşında, sağlıklı bir kadındı. Herhangi bir şikâyeti olmadan, yaşıtlarından daha rahat olarak her dönemi sıhhat ve afiyetle geçiriyordu. Bir iki gündür birkaç kez şiddetli ağrıları olmuştu. Yine de kontrole gidip rahatsızlığını tahlil ettirmek istedi. Sabah serumunu, yüzüne ovalayarak yayarken hiç acelesi yoktu. Kahvaltıya indiğinde, kendi yaptığı ekmeğin bittiğini hatırladı. Hiç dışarıdan ekmek yeme âdeti yoktu. Memleketten getirdiği birkaç kaşık unla omletini zenginleştirdi. Peynirli, salçalı, yeşil soğanlı, renkli bir yumurta yaptı. Çantasını kontrol etti. Anahtarlar, kimlikler… Yolda vitaminlerini düşünüyordu, hangisini değiştirir acaba Doktor Hanım diye.

Hastaneye vardı. Epeyce uzun sırada, epeyce uzun süre bekledi. Nihayet sıra kendisine geldiğinde, sükûnetle yürüdü. Herkes heyecanlı, tedirgin biraz da gergindi. Doğum için gün almayı bekleyen, bebeğinin cinsiyetini öğrenmek için sabırsızlanan… Doktor, tahlillerden sonra müjdeyi verdi; “Hamilesiniz, bebeğiniz olacak.” Bu yaşta, ne olacak, nasıl olacak soruları ile oradan çıkıp eşine gitti. 4 oğulları vardı. Yeni misafir geliyor dedi, eşine. Sevindi adamcağız. Kız olursa anamın adını koyacağız. Hayır, dedi Sabahat Hanım. Belli ki aklında başka isimler vardı.

Bir hışımla eve geldi. Evde küçük çocuğa ait ne varsa vere vere bitirmişti. Ne bir oyuncak ne bir bebek mendili. Her şey sıfırdan olacaktı. Hatta o kadar güçlüydü ki 4 oğlana da sırtımı dayadım, diye düşündü.

Bu telaşı fark eden alt kat komşusu yukarıya çıktı. Ona tavsiyeler, telkinler vermeye başladılar. Acelesi varmışçasına, ‘şimdilik seni dinleyemeyeceğim’ deyiverdi. Sanki yıllardır söyleyemediği her şeyi söyleyiverecek gibi bir lisan hürriyeti hissediyordu. “Hamileyken de doğum zamanı da mümkünse herkes sussun” deyiverdi. Bıkkınlığı, bunalmışlığı ortaya saçılmıştı.

İkindi vakti doktor aradı; “Size hastaneden ayrılmanız söylenmedi, daha sonuçları tarafınıza bildirilmeyen tetkikleriniz var. Lütfen tekrar geri gelin” dedi. İçini biraz sıkıntı kaplasa da o en çok bu haberi etrafındaki insanlara nasıl söyleyecekti, onu düşünüyordu. Sahi herkesin ne düşündüğü daha mı önemliydi? Bebeğin kıpırdamadığını, gebeliğin sonlandırılması gerektiğini izah etti Doktor. Devamını dinleyemedi ki, dinlese de duymuyordu. O sadece yaşlılığını garanti altına alacak bir kız çocuk istiyordu. Dün bu kızı veren, bugün alıveriyordu.  Bir dizi kâğıt imzaladı operasyon için. Eşini arayacak hâli bile kalmamıştı. Kız evlat o kadar çok istemişti ki son birkaç saat içinde o kadar çok hayal kurmuştu ki. Hepsini unutmaya cesareti yoktu. Üzerini değiştirip ameliyat elbisesi giyerken nereye gömeyim diye düşünüyordu. Nerede büyüteyim diye birkaç saat önce ev seçtiği misafir, çok erken gidiyordu.

Gerisini hatırlayamadı. Birkaç saat sonra kendisine gelmişti. Loş ışıklı odada diğer odaların sesi geliyordu. Kimi anne adayı doğum için sancı çekiyor, kimi anneanne, hemşireye bebeğin emebildiği bilgisini veriyordu. Saat tam da dünkü uyanışından 2 saat öncesiydi. 22 saatte her şey olup bitmişti. Eşi yan koltukta uyuyordu.

Sabahat Hanım, karar vermek, itiraz etmek, paha biçmek, sahiplenmek gibi konular ile müsabakayı kaybetmiş bir hâlde gözlerinden dökülen yaşları silmeye bile yeltenmiyordu. Şimdiki yaşlar, sabahki sevinç yaşlarından farklıydı. Geçenlerde okumuştu. Gözyaşı, duygu ve durumlara göre çeşitleniyor, görüntüleri de buna bağlı olarak farklılaşıyordu. Mutluluk, acı, öfke, reddedilme, azim, kahkaha, esneme, soğan doğrama gibi farklı duygu ve durumlarda ortaya çıkan gözyaşının, farklı kimyalara sahip olduğunu, bu yüzden mikroskobik olarak incelendiklerinde görüntülerinin de farklı olduğunu biliyordu. Aklına gelen bilgelik, acizliğini süslüyordu.

Şimdi tam 24 saat bile olmadan heyecan son bulmuş, davalar hükümsüz, kararlar neticesiz kalmıştı. Ağrı kesicilerden sanki yıllardır yürüyemiyormuşçasına hissiz bacakları kadar, göz kapakları da ışığa manasız bakıyordu. Hikaye yarım kalmıştı. Bu da bütün acıların sığdığı, göğsündeki imanın 6. şartıydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu