Kültür SanatSeyahat

Yedi Değirmenler’de Safari

Tâbiata hasret bir şehir insanıysanız, tatil ve turizm deyince bol yıldızlı, fâhiş fiyatlı otel önlerinde kuma yatmayı anlamıyorsanız farklı yerler de yok değil. Giresun Espiye’ye gelince rotanızı Gelivera Deresi istikametinden 28  km. içerilere, Yedi Değirmenler Tabiat Parkı’na kırın.

İçinde tarih, tabiat, sükûnet ve yaylanın olduğu gezi için çok paraya da gerek yok. Zira bu el değmemiş tabiatta yere kurulmuş sofrada mısır ekmeğini, lahana yemeğini, hamsi buğulamasını paylaşacak birileri mutlaka bulunacaktır. “El değmemiş tabiat” dedim ya, her şeyiyle, insan fıtratının da henüz zamanın tahribatına uğramadığı, bir yer Yedi Değirmenler.

Gezilip görülesi bir yer Yedi Değirmenler. Adını peşpeşe dizili olan yedi adet değirmenden alıyor. Değirmenler hâlen kullanılmakta. Tarihi, asırlar öncesine dayanmakta. Bir tarafta uğuldayıp akan şelaleler, bir tarafta dumanlı dağlar, diğer tarafta yakın tarihlere kadar dev kaya kartallarının kanat vurduğu Akkaya… Akkaya denilince armuttan bahsetmemek olmaz. Kabayalak, nâm-ı diğer Armutdüzü denilen alana eskiler  fakasından, kantarına, dalkıranına kadar dört mevsim meyve verecek armutları sıralamış. Canı armut aşerenler, daldan armut yemek için, Akkaya’ya gelmeli veya Akkayalı birini bulmalı.

Safari başlıyor

Yeniköy, Avluca, Akkaya Köyleri ekseninde kalan bu güzellik 2007’de MTA’nın mağaraları raporlamasıyla, dikkatleri çekti. Mağara ve değirmenlerle beraber Avluca Kalesi, Bayrambey Kalesi, Akkayalıklar, Kabayalak Mesire Alanı, Kandahur Kıranı, Kemer Köprüler ve Taş Oluklu Çeşmeler bu potansiyele dahil edildi. İşte biz bu güzelliğin peşine düştük.

Yalnız, rotamız sahilden başlamıyor, Yedi Değirmenler’in tam karşısında bulunan Avluca’dan başlıyor. Buranın tabiriyle, yürüme gideceğiz. Modern ismiyle trekking yapacağız! Yürüme deyince bir kıpırdama oluyor. Bu heyecan, çocukluğumuzda temmuz ayında yer yer kar üzerinde yaptığımız on saatlik yayla yürüyüşlerinin payı olabilir mi bilmem. Gideceğimiz yer yakın görünse de aradaki derin vadiden dolayı iki saatlik yer. Tarihi Avluca Kalesi’nin yanından aşağı, virajlı yollardan inişe geçiyoruz.

Avuç avuç su içmek

Vadi tabanına doğru inişle bir saatlik yürüyüşle Yedi Değirmenler’in başlangıcına geliyoruz. İlk değirmen burada… İlkokul yıllarında hemen herkesin bu değirmende mısır öğütmüşlüğü vardır. Değirmenin taşı aheste dönüp,  mısırları una çevirilirken bu arada hem derede yüzülür, hem de balık tutulurdu. Balık dediysem öyle sıradan balık değil, kırmızı benekli alabalık. Gürleyip akan dereden avuç avuç içiyoruz. Gürleyip akan bir derenin suyunu avuçlayıp içmenin ne büyük nimet olduğunu ancak biz gibi şehir hayatında pet şişelere râm olmuşlar bilir.

Kandavur mu… Kandahar mı…

Çağıldayıp akan derenin gözüne çıkıyoruz, dev bir kayanın altından akmakta. Suyun çıkış yeri 207 metrelik bir mağaranın girişi oluyor. Esasen Yedi Değirmenler’in asırlarca süren ketum hali bu mağaranın keşfiyle son buluyor. Mağaraya tedbirsiz girmek doğru değil. İçimizden bazıları efelenip(!) ne var bunda ben girerim, deyip paçaları sıvasa da soğuk ve karanlık mağarada 3-5 metre zor gidiyor, boyunun ölçüsünü alıp tez dönüyor.

Zorlu ama heyecanlı bir tırmanışla Kandavur Kıranı’na çıktık. Kandavur Kıranı çevreye hakim bir yer. Yeniköylüler bu muhteşem manzarayı zarif minareli bir camiyle taçlandırmışlar. Cami avlusunda oturan putur yüzlü iki çocuğa yaklaşıp soruyoruz: Buranın en güzel tarafı nedir, diye. “Avluca’ya bakmak” diye cevap veriyorlar. Kıranda bulunan mezarlıkta son devir Osmanlı ulemasından Şahbaz  Ali Hoca’nın da çok mütevazi mezarı var, feyzi hissediliyor adeta. Orada bulunan çaycılar davet ediyor, çayları içerken soruyorum: “Buraya neden Kandavur denilmiş?” İzah ediyor: “Buranın ahalisi zaman-ı evvelde Afganistan’ın Kandahar vilayeti’nden gelmiş olan Türkmenlerdir.”

Aşağıdan başladığımız gezinin Kandavur Kıranı son noktası oluyor. Eskiler değirmen yolları olan bu dik yamaçları sırtlarında elli kiloluk mısır çuvalıyla çıkarlarmış. Hemen aklınıza neden sırt, hayvan yok muymuş sorusu gelebilir. Her evde at eşek, katır vardı; ama bu dik ve engebeli yolda hayvanların gitmesi mümkün olmadığı için yükler sırtta taşınırdı.

Köye ismini veren Akkaya

Köy sakinleri insan ulaşımının mümkün olmadığı bu kayalıklarda yakın tarihlere kadar dev kaya kartallarının yaşadığını ve bu kaya zirvelerinin birinde büyük bir arı yuvası olup, balının kayadan aşağılara aktığını, köylülerin kaya zirvesinden aşağı akan balın altına kaplar koyduğunu anlattılar. Yol yapıldığı senelerde atılan dinamitlerden sonra bir daha kartal ve arıların görülmediğini söylediler.

Patlaksu Efsanesi

Rivayet odur ki; Akkaya Dağı’nın diğer yüzünde bir ulu dere çağıldayıp akmakta imiş. Bir gün genç bir gelin beşiği sırtında imeceye giderken dereden geçmek ister, dere beşiğiyle beraber genç annenin ciğerpâre  yavrusunu çekip alır, genç anne köpük köpük suyun  arasında bata çıka giden yavrusunun peşinden çaresiz bakakalır, ağzından bir cümle dökülür sadece: “Allah  seni kurutup, kup kuru bir çay etsin” Kim bilir belki de eşref vaktinde yapılmış bir duayadı, orası bize meçhul. Bu duadan sonra gürleyip akan o dere oradan batarak koca dağın diğer yüzünden çıkar. İnsanlar suyun battığı o yere Çay Gözü derken, çıktığı yere Patlaksu demişler ve oradan aşağıya kadar yedi adet değirmeni sıralamışlar.

Sırtta mısır çuvalı

Mısır ununun, yarmasının temel gıda malzemesi olduğu devirlerde yedisi beraber gece gündüz çalışan bu değirmenler civar köylere hayat olmuş. İnsanlar geceleri çıra ya da farfar ışığıyla sırtlarındaki 50-60 kiloluk zahirelerle gelip evlerinin un, hayvanlarının yarma ihtiyacını öğütmüşler.

En Yeniler

Bir Yorum

  1. Hicabi Bey biliyorum sizdeki memleket sevgisini, sizin kendi ifadenizle bu sevgi aynen annesinden dayak yediği halde yine annesine sarılan bir çocuğun sevgisi gibi. sağ ol kardeşim. bahsettiğiniz kale ve köprü çalışmasınıda bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu