Seyahatİnsan

Yeryüzünün Gecesi: Afrika

Afrika Günlükleri

Beyazla siyahın dip dibe olduğu gibi Afrika’da gece ve gündüz de yan yanadır. Çünkü, Afrika acıyla tatlının, varlıkla yokluğun, yani her şeyin zıddı ile kaim olduğunu en net anlatan muallimdir.

Geceler sırla doludur her canlı için. Kimine sonunda sabah olur, kimine ertesi geceyi getiren bir gündüz daha. Dervişler gece niyaz eder. Hırsızlar gece sirkate uyanır. Mazlumlar gece vakti ah eder zalime.

Köhne yerleri yıldızlar aydınlatır. Bazı lüks semtlerin ise ışığı boldur, çünkü her evin gösterişi, debdebesinden daha öndedir. Bazı virane mahallelerinse sokak lambası kırıktır. İlerideki lambadan çok az gelir aydınlık, ya da daha sonrakinden. Veya uzaktaki ana caddeden gece yarısı geçen bir arabanın far lambası, anlamsız gölgelerle birleşince birkaç saniye aydınlanır, derme çatma barakanın tavanı.

Afrika’da gece… Nereden başlar gece? Akşam yemeği ile mi? Yoksa havanın kararması ile mi? Yoksa yapacak bir şey olmadığını düşünüp yatmak zorunda olunca mı? Ya da uçsuz bucaksız okyanus sahillerinde, sessiz bir seyirci gibi dolaşırken, şehrin ışıklarıyla konuşmaya başlayınca mı gece olur?

Evimize bazen gelen Elena’ya sormuştum. Merak etmiştim günlük hayatını. Eve nasıl gittiğini ve evde neler yaptığını? Anlatmaya başladı o da? Hafif bir tebessümle… Çok sonradan anladım ki; onlara bir şey sorduğunuzda, değer verip dinlediğiniz için hoşlarına gidiyor ve yavaş bir eda ile anlatıyorlar size. Anlattıklarını sade kelimeler kullandığı için çok rahat anlıyordum. Bazı anlayamadığım kelimeler olduğunda kendi yerel dilinden Portekizceye çevirmeye çalışıyordu.  İşten çıkınca her gün çok yorgun olduğu halde neredeyse bir saat yürüyerek eve vardığını söyledi. Bazen dayanamayıp toplu taşımaya yani arkası ve üstü açık kamyonetlere bindiğini anlattı. Günlük kazancı aşağı yukarı 4 TL’ye denk geliyordu. Yolda yürürken herkes ayakkabısızdır, dedi. Çünkü ya yoktur ya da eskimemesi gerekir diye ekledi.

Evde, annesi ve 3 kızı ile yaşıyormuş. 3 çocuğun da babası ayrı ayrı ve onlara bakamayacak kadar yetersizmiş. “En azından ben onlara her gün yiyecek götürebiliyorum, çünkü zenginlere hizmet etmeyi öğrendim.” diye kabullenmenin zirvesini açıklıyordu Elena. Böylesine sağlam tevekküle sahip bir masuma imanın nuru kim bilir ne kadar da çok yakışırdı.

Devam etti sonra: Bizde akşam yemeği olmaz. Çünkü kimsede böyle bir şey yok. Her evden herkes gündüz ne bulduysa onu yer. Bazen meyvelerden götürürüz evlerimize. Ya birisi vermiştir ya da çok az olan parayla birkaç dilim alabilmişizdir. Ama yiyecek olarak muzumuz, içecek olarak da Hindistan cevizi suyumuz varsa çok keyifle doyarız.

Bizim orada sokak lambaları yok. Bu yüzden daha aydınlık bizim kenar semtler, kasabalar. Yıldızlarımız var bizim. Burada şehrin süsü gölgeliyor yıldızları. Çocuklar uykusu gelene kadar oynar. Ve en sonunda kimse acıktım bile demeden yatar.

İşte sonra başlar benim gecem. Çünkü yarını ben düşünürüm. İç savaşı her hücresine kadar yaşayan annem! Şehrin kıyısından görünen yılan adasında işkence yapılarak hayata veda eden kardeşlerim!  Hayatı tek başına omuzlayan ben! Ve bana her gün bir anne olduğumu hatırlatan 6, 11, 15 yaşında 3 kızım! Annemin hastalıkları! Her gece bir gün daha yaşar mı diye beklemekten başka elimizden gelen bir şey yok. Kızların en azından okuma yazma öğreninceye kadarki okul masrafları, evin her gün acil sinyali veren eksikleri…. Gün doğsa bile gece devam eder bize. İş için gittiğim evlerdeki zenginler, Portekiz kanallarındaki Brezilya dizileri… Acaba sahte mi yoksa gerçek mi?

“Ben yine de çok çok iyiyim.” diye ekledi: Çünkü düzenli işim var ve asla çalmadığım için insanlar bana güveniyor. Geceleri pek rahat geçmiyor ama hafta sonu var ya hani herkesin akın akın sahilde eğlendiği… Biz de gidiyoruz hep. Büyük küçük herkes oyun oynuyor. O iyi oluyor dedi, yani acıyı unuttuk mu tam unuturuz diyordu. Sahilde, denizde kimse okulu düşünmez. Zaten 5 sınıfa 1 öğretmen girdiği için kimse çalışma, plan, ödev sormaz. Herkes azami derecede zehir bazlı içecek kullandığından herkes neşeli ve sakindir. Gün boyunca orada durunca sahilde satılan (6 aylık yoldan gelmiş, ithal) tavuklardan ucuza alıp yeriz. Sahilde sörf yapan zengin beyazları görüp, onların ülkesine gitsek ne yaparız, diye hayal kurarız.

“Sahi gider misin Elena?” deyiverdim birden. O da “Asla gidemem, çünkü buradakileri bırakamam.”  dedi.

Bir gün kızlar da büyüyüp çalışınca, şehre yakın bir yerde oturabileceklerini hayal ediyordu. En güzel hayali de üç çocuklu bir eve üçünün de birden dadı olarak girmesi idi.

“Annelik, masum yavrularına iyi hayaller kurarak olmuyordu elbette! Ama elden gelen başka bir şey de yok gibiydi.” Bu cümleyi Türkçe söyleyince anlamadı Elena. Ona dua etmeyi öğretmek ve onunla birlikte Afrika’nın karanlığı bitene kadar dualar etmek gerekti.

En Yeniler

Başa dön tuşu