Otomobil alma fikrini babasına açtığında “Araba almak, zor iştir oğlum. Hele kaportadan anlamıyorsan daha da zordur.” cümlelerini işitmiş, karşılığında babasına söyleyemese de “Ne zoru, internet diye bir şey var.” şeklinde düşünmüştü. Şimdi böyle düşündüğü için mahcup oluyordu.
İnternet sitelerine girip çıkmaktan bıkmıştı. Meşhur sitelerin bütün ilanlarını taramış, kendine uygun bulduğu otomobillerin satıcılarını telefonla aramış, kendisini ikna edebilen bir satıcıyla karşılaşmamıştı. Zaten araştırmanın ilk haftasının ardından bakmadığı ilan kalmadığı için sadece yeni düşen ilanlara göz atar olmuştu. Bilgisayarın başından kalktı. Montunu sırtına geçirip dışarı çıktı. Yağmur ince bir tatlılıkla kaldırımları ıslatıyordu. Şemsiyesini almamıştı, montun şapkasını başına geçirdi.
Topu topu üç yıl olan yazarlık kariyerinin hemen hepsi yerel gazetelerde geçmişti Yusuf’un. “Ben ne anlarım araba satın almaktan.” diyordu kendi kendine. Hikâyelerini topladığı ilk kitabıyla uğraşmak varken araba pazarına gitmek akıl karı değil diye düşündü.
Araba almak, heves olmaktan çıkmış bir hırsa dönüşmüş ve Yusuf’u ele geçirmişti. O, her ne kadar cayacak mazeretleri saysa da araba alma hırsı, her mazereti bir şekilde geçiyordu. En çok da “Otobüs tutmalarından kurtulacaksın artık.” diyordu. Araba pazarına gitmekten vazgeçti ama otomobil araştırma merakından vazgeçemedi. Yakın çevredeki galerilere bakmaya karar verdi. Galeri otomobillerinin pahalı olma ihtimaline karşı “Yağmurda kimse gelmemiştir pazara.” deyip avuttu kendini.
Babasına kalsa, internetten araba satın alınmazdı. Otomobili görmeden, kapısını, kaputunu kurcalamadan bu işin tadı çıkmazdı. “Alacağın arabayı gözüne kestirdin mi önce ön kaputu açacaksın, vidaları gözleyeceksin, oynama var mı?” diyordu devamlı. Babasının, arabanın motoru önemsizmiş gibi “Değişen, boya var mı?” diye sor deyişini bir türlü anlamamıştı. “Kapısı değişse ne olur? Boyansa daha yeni gözükmez mi?” gibi sorular aklının bir köşesinde uğulduyordu. Galerici Salih’in önüne geldi.
Kapının önündeki parlatılmış otomobilleri süzdükten sonra içeri girdi. Dükkanın camekanındaki adam Yusuf’u görmesine rağmen aldırış etmedi. Salih dedikleri adam buysa hiç müşteriden anlamıyor olmalı diye düşündü. Elini kaldırıp selam verince, galerici yanına geldi. Önünde durduğu beyaz otomobilin üzerinde “İki bin yedi-on beş bin” yazıyordu. “Değişen boya var mı?” diyecekti, acemiliğini fark ettirmeden bu işten anlamadığını itiraf etmek istedi. “Kolay gelsin. Araba bakıyordum; ama alım satımdan anladığım söylenemez. Boya, kaporta, motor.” kendini suçunu itiraf etmiş gibi hissetti. Galerici, şaşırmışa benzemiyordu. Elini uzattı, beni içeriye buyur etti, masaya oturdu.
Galeri sahibi masasındaki kalemlikten tükenmez kalem, eşantiyon not kâğıtlarından ise birkaç tane aldı. “Bütçeniz ne kadar?” diye sordu.
Yusuf hemen atıldı. “Belirlediğim bir fiyat yok Tahsin Bey, ama 15-20 arası diyebilirim.” dedi. Büyük kısmı kırlaşmış saçlarıyla yaşı ellilerde görünüyordu. Kâğıda bir şeyler yazdıktan sonra Yusuf a döndü. “Bütçe aralığınız bizim kritik dediğimiz alanın içerisinde. Az daha arttırıp piyasanın el üstünde tutulan konforlu arabalarından alabilirsiniz. Ama bu aralıkta kalırsanız ortalamanın altındaki arabalar size hitap ediyor demektir. Yirmiyi veren yirmi beşi de verir değil mi?” Yusuf bir an duraksadı. Dinledikleri mantıklı gelmişti. Araba alma hırsı daha konforlu otomobil hayallerini gözünün önüne serdi. Fena mı olur daha iyi bir otomobile binmek. Bütçeyi bir miktar daha yükseltebilirdi. Ama benzer konforda olup yirmi sınırının altında olan araba ilanları iştahını kabarttı.
“Bütçeme uygun konforlu araçlar da yok değil ama” dedi. Tahsin Bey, bildiği yerden soru gelen öğrenci rahatlığıyla arkasına yaslandı. “İnternetten bahsediyorsunuz, orada her türlüsünü bulurum ben size. Ama içiniz rahat olacak mı aldığınızda? Bakın bütün samimiyetimle söylüyorum, istediğiniz konforu istediğiniz fiyat aralığında bulursunuz; ama sanayiden, servisten çıkamazsınız. Hem paranıza yazık, hem derdi tasası tutunca, moralinize yazık olur.” Yusuf sanayilerde kapı kapı usta peşinde koşan arkadaşlarının hallerini hatırladı. Balata, şanzıman, rot, balans kelimeleri dağarcığından çıkıp tecessüm ettiler. Yedek parçalara ve ustalara verilen paraların arkasından bakan gözleri görür gibi oldu. “Yok, bütçeyi yirmi beş bine yükseltiyorum.” dedi
Yusuf, galericinin eliyle dükkânın önündeki metalik gri otomobili göstererek “o zaman size şöyle bir şey tavsiye edeyim.” deyişiyle kendine geldi. Yirmi beş bine yükseltiyorum dedikten sonra şuuraltına zerk edilen tv reklâmlarıyla mücadele ederken “otuz bin liradan başlayan fiyatlarla sıfır araç sahibi olun” diyen, birçok reklâm hatırlamış, içine düşen kurdun peşinden dalıp gitmişti.
Bir yandan metalik gri arabanın özelliklerini dinliyor, diğer yandan sıfır otomobil neden olmasın diye düşünüyordu. Tahsin müşterisinin içinde kopan fırtınaları tahmin etmiş olacak ki araya girdi: “Yirmi beşi verdikten sonra otuz bine sıfır araçlar da yok değil. Yirmi beşi veren otuzu da verir değil mi?” Yusuf, içinden geçenleri okuyan bu adamın galericiliğin bütün yanlarını bildiğini anlamıştı. Yusuf’u ikna olmaya hazır gördüğünde dükkânın en fiyakalısını işaret etti. “Sıfır araç da var bizde. Çok gitmese de tanıdık acentemiz olduğu için bir tane bulunduruyoruz.”
Yusuf biraz endişelense de belli etmemeye çalıştı. On beş bini hazırdı. Biraz daha silkelense yirmiyi bulabilirdi; ama krediye bulaşmadan otuza ulaşamazdı. Basılacak hikâye kitabının peynir ekmek gibi satıldığını hayal etti. Her hafta hesabına yatan telif ücretleriyle heyecanlandı. Ama kendini toparlamakta gecikmedi. Duyduğuna göre her yazar ilk kitabını eşe dosta hediye eder, yakın çevresine de pazarlamacı gibi satın almalarını rica ederdi. Bir yazar dostunun söyledikleri hatırına gelince telif hayalleri tuzla buz oluverdi. “İlk kitabınızdan umudu kesin. Onu denize atılmış ağzı tıpalı bir şişe olarak görün. Hem kim alsın adını duymadığı bir yazarın kitabını. Siz alır mısınız? Ben almam.”diyordu. Galerici Tahsin’in ağzından çıkması muhtemel “Uygun kredi fırsatlarımız da var.” cümlesinin kokusu, Yusuf u “Kolay gelsin” deyip dükkândan çıkmasına yetti.
Yağmur dinmişti. Rüzgâr, yağmurun kokusunu her sokak başına eşit miktarda üflüyordu. Dışarı çıktığından beri yaptıklarını düşündü. Teoride on beş binden otuz bine çıkmıştı; ama pratikte hala on beş bindeydi. Güne başladığı yerde olmasına rağmen yine de mutlu olmaya çalışıyordu. “İyi ki olmayan telife güvenip kredi falan çekmedim.” diye kendini takdir ederken telefonu çaldı.
— Oğlum ne yaptın? Pazara gittin mi?
— Galeriden çıktım şimdi.
— Eee?
— Haklısın. Araba almak zor işmiş.