“Medya, egemen toplumsal normları tehdit edici grupların, yani muhaliflerin eylem ve davranışlarını ‘sapkın’ olarak sunmaktadır. Bu haliyle medya, egemen sosyal normların doğal olduğu anlayışını benimsetmektedir. Neticede iletişim araçları, haberi sunarken egemen ideolojiyi yeniden üretmektedir.”
Her gün ister istemez muhatap olduğumuz, bizi kendi doğrularına ikna etmeye çalışan bir araç “Medya”. Aralık ayı içerisinde İstanbul’da “Küreselden Yerele Uluslararası Medya Sempozyumu” yapıldı. Sempozyumda yurt içi ve yurt dışından, medyaya bilgi taşıyanlarla, onların bilgi kaynakları buluştu. Ellinin üzerinde konuşmacının katıldığı sempozyum, “Demokrasi Kültürünün İçse lleştiri lmesi” sloganı ile başladı. “Küreselden Yerele Medya İlişkisi”, “Medya Üreticileri”, “Sosyal Medya”, “Etnik Ayrımcılık” gibi başlıklarla devam etti.
Sempozyumda konuşulanlardan yola çıkarak doğru bilginin ana malzemesi olarak sunulan, “haber” ve “haberin doğru okunması” konulu yazımıza başlamadan, kime göre, neye göre ve kimin haberi, noktalarından haberin tanımını yapmaya çalışacağız. Sonra haberin üretiminden tüketimine kadar geçtiği süreçlerde uğradığı sansürlere değineceğiz. Bunlardan en ilginç olanı da haberin gerçek yüzünü göremeyen okurların kendi kendilerine yaptıkları sansür. En sonda da “Haber Nasıl Okunur?” sorusuna cevap arayacağız.
Haber nedir?
Haber ve haberci, tarihin her devrinde, toplum içerisinde ve devlet geleneğinde var olmuştur. “Haberci”, “ulak”, “berit” diye bilinen habercilerin ilk ortaya çıkışı, komşu memleketlerdeki gelişmelerden haberdar olmak içindi. Merkezden uzak valilerin idare kabiliyetlerini hükümdara ulaştırmak habercilere yüklenen ikinci iş olmuştur. Bu iki durumda da haberci bir nevi casus konumundadır. Yarı casus haberciler, haberi öğrenir öğrenmez, merkeze ulaştırmak; zorundaydılar. Sempozyuma katılanlardan ve “Medya Siyaset İlişkisi” kitabının yazarı Vedat Demirci’nin dediği “Türkiye’de gazetecilik memurluk olarak başladı, memurluk olarak devam etmektedir.” sözünün de kaynağı ilk habercilere kadar uzanmaktadır.
Günümüzde haber ve haberciyi tarif edenler, haber ile iktidar arasındaki ilişkiyi ön plana çıkartmanın zorunluluğunu hissetmişlerdir. Bunlardan en ilginci Lance Bennette’nin haber tarifidir. Bennetten’e göre haber, “meşrulaştırılmış gerçeğin politik sunumudur.” İktidarın, politik gayelerini meşrulaştırmak için haberi bir yol olarak kullandığını söyleyen “Politik İllüzyon’un” yazarı, gerekçesini de şöyle açıklamaktadır: “ Hükümet yetkilileri (hem iç, hem dış) bütün haberlerin yaklaşık dörtte üçünün kaynağıdırlar ve haberlerin sadece altıda biri yönetim dışındaki kaynaklara dayanmaktadır. Günlük gazete ve TV haberlerine rastgele bir bakış bile, önemli haberlerin büyük kısmının hükümetin resmi faaliyetlerine ayrıldığını gösterir. Konuların çoğu politikacıların ne söyledikleri ve yaptıklarının basit özetleri şeklinde ortaya çıkmaktadır.”
“Medya, egemen toplumsal normları tehdit edici grupların, yani muhaliflerin eylem ve davranışlarını ‘sapkın’ olarak sunmaktadır. Bu haliyle medya, egemen sosyal normların doğal olduğu anlayışını benimsetmektedir. Neticede iletişim araçları, haberi sunarken egemen ideolojiyi yeniden üretmektedir.”
Gerçek, hadise anıdır, haber ise üretilir
Haberin iktidarlarla olan ilişkisi, haberci ile haber kaynağı arasında ilginç bir bağı ortaya çıkarıyor. Burada muhabir suya ihtiyacı olan bir canlının dönüp dolaşıp tekrar dereyi bulması gibi, devlet erkânını bulmak zorunda kalıyor. Bu da kaynağın en yakınında bulunan “iktidar seçkini” denilen gazeteci grubunun oluşmasına neden oluyor. Seçkin haber kaynakları ile yakın ortamda bulunan muhabirler bu ilişkilerden dolayı “içerdeki adam” muamelesi görerek iltifata nail oluyorlar.
Böyle bir ilişki ağının ürünü olarak ortaya çıkan haberleri, tanımlayan “Medya Gerçeğini Anlama” kitabının yazarı Tonny Bennet, şöyle diyor:
“Medya, egemen toplumsal normları tehdit edici grupların, yani muhaliflerin eylem ve davranışlarını ‘sapkın’ olarak sunmaktadır. Bu haliyle medya, egemen sosyal normların doğal olduğu anlayışını benimsetmektedir. Neticede iletişim araçları, haberi sunarken egemen ideolojiyi yeniden üretmektedir.”
Bu yorumlardan hareketle tekrar haberin tarihteki ilk haline gittiğimizde, özgür ve tarafsız medyanın aslında iktidar ilişkisinde zorunlu bir taraflılık içerisinde olduğunu görüyoruz. Bu da bize ürün olan haberin gerçek ile arasındaki mesafesini gösteriyor.
Aslında haberin bir ürün olması sorun değil. Asıl mesele, bunun bir ürün olduğunun bilinmemesinin yanında Anthony Mills’in sempozyum sırasında değindiği gibi medyanın geleceğinden duyulan endişelerin altında yatıyor. “Tarih boyunca elitlerin elinde olan kitle iletişim imkânlarının sosyal medya aracılığıyla artık halkın eline inmesiyle, sosyal medya, sıradan insanlarla elitler arasında bir fırsat eşitliği oluşturmaktadır.” diyen Mills, kitle iletişim araçlarının tarihten bugüne değişimini bize özetlerken, bundan sonra ortaya çıkacak sorunlar hakkında da ipucu veriyor. Elitlerin elinde bulunan kitle iletişim araçları, bugüne kadar iktidarla ilişkisinde son derece normal hareket etmektedir. Gelişen teknolojiyle sıradan insanların da haber üretimine dâhil olmak istemeleri ise, kontrol edilemeyecek bir alanda tahmin dahi edilemeyen sorunları beraberinde getirmektedir.
Haberin küresel sansürü
İnsanlar birbirlerine çok benzemeye başladı. Eski tarihlerde, bırakın milletler arası farklılıklar, komşu iki şehrin insanları dahi giyim kuşamlarıyla, konuşma tarzlarıyla hemen ayırt edilebiliyordu. Günümüzde bu mümkün değil. Aynı tarz konuşmalar, aynı tip kıyafetler ve aynı kaynaktan beslenen düşünce yapıları. Bu düşünce yapısını izah edenler şöyle diyor: “Medyada aynı tarz haberlerin yer alması medyatörler (yönlendirici olay yöneticisi) tarafından gerçekleştirilmektedir. Dünyaya aynı gözle bakanlar arasında, biçimsel farklar olsa da özde değişen bir şey yoktur.1
Helbert Schiller’in mevzu ile ilgili tespitleri daha da ilginçtir: “Görünüşte farklı izlenimi veren çeşitli kaynaklardan akan enformasyon seli, dinleyiciyi / izleyiciyi / okuyucuyu kontrol edilemeyen, oldukça özgür sayılabilecek ve son derece tabii izlenimi veren bir mesaj kundağının içerisinde sarıp sarmalamakta, önüne katıp sürüklemektedir.” Schiller, küresel manada üretilen haberlerin birbirinden farklı gibi olsa da, aynı düşünceye hizmet ettiğini ve aynı tarz düşünen insanlar için çalıştığını açıklamaktadır. Bu tespitleri okuduğunuz zaman özgür, objektif ve gerçeği aktarmaya çalışan medyanın aslında aynı şeyleri tekrarladığını göreceksiniz.
Haber editörüne “Bu tam bizlik bir haber!” dedirten de küresel platformun kurallarına uygun hareket etme isteğidir. Küresel manada haber üretme isteği, “Bu tam bizlik bir haber!” fikrini destekleyen haberleri ön plana çıkarmakta ve medya, kendi yayın politikasıyla “Bu bize gitmez!” diyerek izleyiciler için kendilerince sansür yapmaktadırlar.
“Medya her zaman yalancı mıdır?” diye bir soru aklınıza gelebilir. Bu soruya belki de en doğru yaklaşımı sempozyuma katılımcılarından Mahmut Al Rashid vermiştir. “Medya, tek bir noktaya tuttuğu kamerasıyla genel hakkında yorum yapmaktadır.” diye özetlediği medyanın ayrımcı yüzünü bu şekilde ortaya çıkarmaktadır. Her zaman kamerasını tek bir noktaya tutmaz, bazen de mikrofonunu tek bir kişiye tutar. İstediği kişiye, istediği şartlarda mikrofon tutar. Bu yalan değildir. Ancak doğrunun kendisi de değildir. Belki de haberin küresel sansürüdür.
Haber nasıl imal ediliyor?
Muhabirlerin şahit oldukları olayla aktardıkları medya organları arasına medya patronları, grubun yayın politikası, küresel medyatik duruş, sistemin güç odakları girmektedir. Her ne kadar muhabir özgür bir düşünce ile kalemi eline alsa da “Globalleşen dünyada medya, önemli olaylara taraf”2 olduğu gibi, “kendi görüşlerine uygun haberleri okumak isteyen okurlar da medyayı taraf olarak etkilemektedir.”3 Gördüğü haberle aktardığı yayın organı arasında bîtaraf olamayacağını anlayan muhabir, “Verili toplumsal sistemi yeniden kuracak siyasal programları değil; verili sistemin içindeki egemenlik ilişkilerinin aralık bıraktığı yerlerden yukarıya süzülerek, (haberi) evcilleştirerek”4 vermek zorunda kalmaktadır. Evcilleştirilen, bir bakıma editörler tarafından “edit” edilen haber, medya patronunun yayın politikasını denetleyen müdürler tarafından, denetlenerek yayına hazırlanmaktadır.
Haber bombardımanı
Haberin, yüzde yüz doğru ve objektif aktarılamaz olduğunu gördük. Ancak profesyonel medya üreticileri tarafından haber, tarafsız ve doğru aktarılsa bile insanlar bu haberleri okuyamamaktadırlar. Bu olumsuzluk, habere ulaşamadıklarından ya da okuma sorunundan kaynaklanmamaktadır. Haberi okuyamamalarının nedeni, genel haber yığını içerisinde okudukları haberin değerini kavrayamamalarından gelmektedir. Bunun bir sonucu da insanlar artık okudukları haberlere eskisi gibi tepki vermemeye başladılar. Artık ne kadar dikkat çekici haber de olsa insanlara sıradan gelmeye başladı. “Dünyanın her tarafında medya haber almayı kolaylaştırdı. Ancak buna rağmen habere karşı insan duyarlılığı azaldı.”5 Bu duyarsızlığın başta gelen sebebi yoğun haber akışında, olayların insan zihninde sıradanlaşmasıdır.
İnsanların habere duyarsız kalmaları hakkında çalışmalar yapan uzmanlar iki türlü sonuca ulaşmışlardır. Ulaşılan birinci sonuç, haberin aktarım aşamasında, sıradan okurların değer süzgecinde anlam kazanmasının zorlaşmasıdır. Sebebi ise haberin sunum şeklidir. Çünkü haber “oldu-bitti” tarzında anlatıldığı için, insanlar anlatılan olayın tarihi seyrini takip edememektedirler. Anlatılan haberin kaynağı bilinmediği için de, bir gazeteyi okuduktan sonra insanların zihinlerinde, olaylar bağlantısız bir şekilde durmaktadır. İnsanların zihninde olayların kopuk kopuk durması hayatın geneline sirayet ederek, olayları tahlil edemeyen insan toplulukları meydana çıkarmaktadır.
Haber tahlili
Okuduğu haber için fazladan bir düşünme payı ayırmayan ve her haberi kabul eden ortalama bir okur, hadiseleri tarihi seyir içerisinde değerlendirmediğinden duyarsızlaşır, pasifleşir ve sadece söylenene ya da yazılana inanır. Sebebi ise şöyle açıklanmaktadır: “ Haberlerde olaylar, tek tek birbirinden kopuk bir hayatın görünümleri olarak yer alır. Dolayısıyla haberlerde anlatılan hayat, bütünlük ve tutarlılık içerisinde değil, rastgele durumlar ve olaylar olarak ortaya konulur. Meselenin kaynağı nedense hep şansızlıklardır. Kötülükler ise insanların tek tek davranışlarından kaynaklanmaktadır.”6
Habere karşı duyarsızlığın ikinci sebebi ise toplum hafızasının haber bombardımanı karşısında yetersiz kalmasıdır. Kural olarak bunu izah etmeye çalışan iki kavram vardır. “Medyatik bellek yitimi” ve “İletişim Duvarı” olarak tanımlanan bu kavramlar, haberi doğru anlamak isteyen okurlar tarafından araştırılmalıdır. Yalnız burada kısaca izah etmemiz gerekirse “İletişim Duvarı” kavramı için özetle şunlar söylenebilir: “İnsanlar kitle iletişim çağında pek çok iletişim aracına bağlanmış durumdadırlar. Bu durum insanın dışa açılmasından ziyade kendi üstüne kapanması sonucunu doğurmaktadır.”7
“İletişim Çağı” yerine yoğun haber bombardımanı altında kalan okurun idraki ölmektedir. Haberi idrak edemeyen insan toplulukları için “İletişim Duvarı” kavramı kullanılmaktadır.
“Medyatik Bellek Yitimi” ise haber aktarımının gazeteden sonra televizyon ve internet yoluyla yapılmasıyla karşımıza çıkmıştır. Bu yeni medya düzeni, insan zihnine yeni bir kodlama şekli getirmiştir. Daha önce insanlar kelimeler yardımı ile bilgilerini zihinlerine depolarken artık fotoğraflar bu işte daha hevesli duruma gelmiştir. Bir ülke, bir şehir ya da bir düşünce insanların zihninde tek karelik bir fotoğraf olarak yerini almıştır. Bunun sonucunda da insanlar o şehirle, ülkeyle ya da düşünceyle ilgili her bilgiye bu fotoğraf üzerinden bakmaya başlamışlardır.8 Zihinlerine “İletişim Duvarı” çeken insanlarla “Medyatik Bellek Yitimi”ne uğratılan topluluklar, karşılarına gerçekler en açık haliyle aktarılsa bile, buna ulaşmakta zorlanmaktadırlar.
Haber okuma teknikleri
Gündemi takip etmeyi gereğinden fazla abartıyoruz. Yurttan ve dünyadan haberleri okumak ve ne olup bittiğini anlamak elbette önemli. Ancak gördüğümüz ve duyduğumuz bu haberleri başka olaylarla bağlantı kurup idrak etmekte zorlanıyoruz. Bu zorlanma, haberi aktarandan olduğu kadar bizden de kaynaklanmaktadır. Burada habercide aranması gereken hususları izah edemeyeceğimiz için, haber okurken bizi yanlışa düşürebilecek hususları ipucu olarak vermeye çalışacağız.
- Haberi talep etmek: “Çok farklı kanallardan gelen, fakat hep aynı şeyleri telaffuz eden mesajlar, çoğu insanın bilincini doğduğu günden itibaren paketlemekte, düzenin emrine hazır hale getirmektedir.”9 Bu sebeple haberi talep eden insanlar aslında tüketemeyecekleri bir şeyi istemektedirler.
- Haberin tarihi seyri: Okunulan haber metninin tarihi seyri üzerine biraz kafa yormak gerek. Fotoğraf ve video haberlerinin tarihi bir süzgeçten geçirilmesi kolay olmadığından, bu iki kanalı kullanırken daha da hassas olmak gerekiyor. Tek bir karesini gördüğünüz bir resmin geneli hakkında yorum yapmak çok zordur. Genel resim görünmeden de olayların tarihi seyri çıkartılamaz. O yüzden haberin ayrıntısında boğulmayıp genelini anlamaya çalışarak olaylara yaklaşmak daha faydalı olur.
Muhabirin bakış açısı: Hadiseyi aktaran muhabirin haberde bakış açısı “Olayı kendi değer yargıları, ön yargı ve kabullerini haberde aktarmasıyla belirginleşir.”10 Haberi okurken muhabirin habere konu olan kişiler için taktığı “sıfatlara” dikkat etmek gerekir. Habere mevzu olan kişi için muhabir, “çirkin, şiddet, işkence, kızgın” gibi olumsuz değerlendirmelerde bulunabilir. Ya da tam tersi olayı “mazur göstermek” için “kurban, fişleme, cinnet geçirmek, saygılı, sinirlendi, kamu hizmeti yapıyor” diyebilir. Bu vurgulamaları okurken, ya da duyarken dikkatli olmak gerekir. - Görmezden gelme: “Görmezden gelinmemek kötü olmayabilir” diye düşünebilirsiniz. Ancak medya araç gereçlerinde yer almak, bir güçtür. Gücü elinde tutan kişilerin bunu ölçüsüz dağıtması da ayrı bir adalet sorunudur. Medya tekelleşmesi denen bu olayda, bir grup zümre tüm medya araç gereçlerini paylaşımsız olarak, sadece kendileri kullanabilirler. Görmezden gelinenlerin ne söylemek istediklerini bilmek zor bir durumdur. Burada okura yine olayları tarihi geçmişiyle değerlendirmek düşer.
- Haber aktörleri: Haberciliğin televizyon kanallarına da geçmesiyle, ekranlarda medya aktörleri türemeye başladı. Her haberin altından, doğrudan ya da dolaylı çıkan bu kişiler “otorite” sıfatlarıyla yorumlar yapıyorlar. Bazen de “yorumcunun” gücü haberin önüne geçiyor. Haber aktörlerinin yaptığı yorumları, uzmanlık alanlarının dışına çıkartmadan değerlendirmek gerekiyor.
Haberin doğru aktarılması için medya çalışanları gayret gösterse de, bunun önündeki engel medya sisteminin kendisidir.