İnsan

İnsana Yakışır, İnsanca..

Davranışlarımız “İnsana yakışır”, yaşama biçimimiz “İnsanca” olmalı. Kazandırılmaya çalışılan bütün değerler, bize insan olmanın gereği ve koşulu olarak sunulur.

Ne dünü ne bugünü… En çok seni hatırlarım ben. Penceremde esen hasret rüzgârı, buram buram kokan çocukluğumu getirir bana. Sobaya atılan portakal kabuklarının o mis kokusunu… Yine sobanın üzerinde kahvaltı için kızartılan ekmeğin tadını…

Hızla akan teknoloji çağının aksine zamanın bereketi vardı, o zamanlar. Şimdiki gibi otomatik makinalar yoktu. Merdaneli bir çamaşır makinamız vardı ki bir o yana, bir bu yana döne döne çamaşırlarımızı yıkarken, taşırdığı köpüklü sularda, görmeyin eğlenceyi.

Üç kişi yeterdi, hoş bir de duvar dibi. Ebe saymaya başlamayadursun, geri kalanlar ortadan kaybolmuştu bile. Sahi neydi saymacanın sonundaki o tekerleme? En kötü düşüncemiz, ebenin kimseyi bulamayıp pes etmesiydi.

İstop, yakar top gibi oyunların şamatası da ayrı olurdu hani. Yakar top oynarken genelde sona kalan olurdum. Top bir o yana, bir bu yana savrulurken, fır dönerdim orta yerde. Sonunda vurulup sayı kaybetmenin üzüntüsü, şimdinin kaybedişlerinden kısa sürerdi. Akşam ezanının “Allâhü Ekber” sesiydi bizi evlerimize uğurlayan.

Azdı hüzünleri çocukluğumuzun, çoktu sevinçleri. Ağlamamızın hemen peşi sıra gelirdi gülüşlerimiz. Yüzümüzdeki tebessümde saklıydı masumiyetimiz. Çabuk unutur, biriktirmez, kırmaz, kırılmazdık. Annemiz üzülmesin, babamız yorulmasın, kardeşimiz korkmasın isterdik. Ne varlık ne darlıktı umurumuzda olan. Hayalimizdeki bisikletin, iyi bir çocuk olursak bir gün mutlaka bizim olacağını düşünürdük. Kin ve keder, Kaf Dağı’nın ardında bile değildi o zamanlar. Tanımamıştık henüz yalanı.

Tüm bunlar daha çok duyduğumuzdan, daha çok kullandığımızdan mıydı o sözü? İnsan gibi dur, insan gibi otur, insan gibi dinle, insan gibi oyna… “İnsan gibi…” Bu sözdü bir şeyi neden yapıp, yapmayacağımızın gerekçesi. İnsanı tanımlıyordu bir bakıma. O zamanlar pek anlamasak da ne kadar derin anlamlar yatarmış bu sözün altında.

Davranışlarımız “insana yakışır”, yaşama biçimimiz “insanca” olmalı. Kazandırılmaya çalışılan bütün değerler, bize insan olmanın gereği ve koşulu olarak sunulur; bu yüzden hep insanla ilişkilendirilirdi. Günümüzde sık kullandığımız “etik” kavramının, geçmişteki tezahürüydü insan gibi olmak.

Hatırlıyorum, annelerimiz ilk tanıştığı öğretmene şu derste iyi olsun, şu kadar ders çalışsından ziyade, önce insan olsun, derdi mesela. Çünkü insan olmak, insan gibi davranmak; insanın değerine zarar vermeyecek; sevgiyle, saygıyla, dürüstlükle, doğrulukla, adaletle, nezaket ve duyarlılıkla yaşamaktır aslında. Hayatı bu kavramlar üzerine kurmaktır, insanca yaşamak.

İnsan gibi sevmektir, insana yakışanı yapmak. İnsan gibi konuşmak, insan gibi susmak, insan gibi dinlemek, sevinmek, üzülmek, insan gibi paylaşmak, insan gibi çalışmak…

Kısaca insan gibi yaşamaktır mesele.

Şimdilerde zamanın ruhunun eskilerde olduğuna inanıp, çocukluğumuzdaki masumiyeti arıyorsak; işe, önce kaybettiğimiz insanlığı bulmaktan başlamalıyız.

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu