Sabır Eğitimi
Sabır ve teenni (sükunet); hemen şimdi, az sonra ve acelecilik kültürüne yenik düşürüldü. Aceleyle doğuyoruz artık. O kadar aceleciyiz ki insan için en değerli şeylerden olan kordon kanını bile bekleyecek zamanımız yok. O yüzden sezaryenle doğuyoruz. Hayat iş için mi, yoksa iş hayat için mi onu bile unuttuk. Artık sabrı öğrenenler ve nerede ne kadar durabileceğini bilenler başarılı olacaktır.
Ebeveyn olmak büyük sorumlulukları beraberinde getirir. Bu yüzden, çocuk sahibi olmak isteyen bilinçli insanlar maddi-manevi birtakım hazırlıklar içine girerler. Onlar, doğmadan kıyafetlerini aldıkları, ismini belirledikleri bebeklerinin ilk günden itibaren eğitimiyle de ilgilenmek gerektiğini bilirler.
Ailelerin çocuklarına kazandırmayı arzuladığı hususiyetler ve alışkanlıklar saymakla bitmez: dürüstlük, çalışkanlık, temizlik, düzen, cesaret, saygı, hoşgörü, özgüven, girişimcilik…
Ya sabır? Kaç anne-baba çocuğunun sabırlı biri olmasını hayal ediyor acaba?
Akranlarından farklı olarak sabır eğitimi almış, azmi ve gayreti dağları devirecek kadar büyük olduğu halde değiştiremeyeceği şeyler için kızgınlık duymayan, gerçekten sabretmeyi bilen ve bunu fazilet olarak gören bir ferdin diğer insanlara göre ne kadar büyük bir güce sahip olacağını bir düşünün.
Yolculuğun, haberleşmenin ve her türlü işin hızlı ve kolayca yapıldığı çağımızda “sabırlı olmak” zordur ve fıtri bir yatkınlığınız yoksa bu konuda eğitilmiş olmanız gerekir. Zira kişiliğin temellerinin atıldığı yaşları düşünürsek “sabır eğitimi” öncelikle ailelerin işidir.
Eğitimle uğraşanlar bilir, fertte istenilen davranış değişikliğini sağlamak sabırla mümkündür, yani her türlü eğitim bir şekilde sabırla ilişkilidir. Gelin görün ki eğitimciler, yani ebeveynler ve öğretmenler de genelde sabırsızdır.
İnsanoğlunun dünyaya gelişi, bize sabrı hatırlatır ve öğretir. Anneleri düşünün. Onlar çocuklarının doğmasını dokuz ay beklerler. Çevresindekiler de anne olmayı bekleyen kişiyi sık boğaz etmezler. O neticenin dokuz ay gerektirdiğini bildikleri için herkes SABIRLA bekler. Bebeğin tipi, kilosu, cinsiyeti, saç ve göz rengi ne kadar merak edilirse edilsin sürenin dolması beklenir.
Doğum sonrasında da bebeklere karşı bir süre sabırlı olmaya çalışırız. Yeni doğan bebeğin ağlamaları, bir çocuğunki kadar yormaz bizi. Derken bebek emeklemeye başlar. Düşe kalka yürümeyi öğrenecektir artık. Onu alkışlar, yüreklendiririz. Elinden tutar, ilk adımlarına eşlik ederiz. “Ne zaman yürüyeceksin? Yaşını doldurdun hâlâ emekliyorsun; utanmıyor musun? Haftalardır yürümeni bekliyoruz, yetti artık! Biz senin yaşındayken çoktan yürümüştük, beceriksiz seni!” türünden sabırsız azarlamalar aklımızın ucundan bile geçmez. İşimiz eğitimdir: Yürüme eğitimi! Biz eğitimciyizdir! Ve sabrederiz!
Bebeğe gösterdiğimiz toleransı çocuğa göstermeyiz nedense. Su içmek için bile birbirini ezen küçüklerin dırdırından çekindiğimiz için onları sabır testlerinden uzak tutarız. Bazen çocuklara, onları parka götüreceğimizi yahut evimize misafir geleceğini söylemeyiz, “Ne zaman gideceğiz? Ne zaman gelecekler?” diye başımızın etini yemesinler diye.
Böyle mi olmalı? Çocuklar arzularının bir an önce yerine getirilmesini istiyorlar diye “Bakarız / Düşünürüz / Sonra”yı kabul etmiyorlar diye net bir olumsuz cevapla isteklerini geri mi çevirmeliyiz? Sonra da “Hayır! “ı “Olmaz!”ı kabul etmedikleri için şiddete mi başvurmalıyız?
Aksine onlara sabretme fırsatları vermeliyiz. Bahçesindeki domatesi yemek için aylarca bekleyen çocuklar olduğuna göre, bizim çocuğumuz da yemeğinin hazırlanmasını birkaç dakika beklemeyi öğrenebilir. Babasının cepheden ne zaman döneceğini bilmeksizin bekleyen çocuklar varsa, onu parka götürecek babanın iş dönüşünü sabırla bekleyen çocuklar da yetiştirilebilir.
İlk başlarda mızmızlanan çocuğun sabretmeye alışması için, ebeveynin de çocuğun dırdırına sabretmesi lâzım. Çocuklarımızın rol modele ihtiyacı olduğunu ve söylediklerimizden ziyâde yaptıklarımızdan etkilendiklerini unutmayalım.
İşin sırrı tekrarlarla çocuğu alıştırmakta yatıyor. Yani annenin çocuğa “Baban işten gelince seni parka götürecek.” demesi gerekiyor. Daha sonra “Hafta sonu parka gideceğiz.” diye çocuğun birkaç günlük beklemelere alışmasını sağlayabilirsiniz.
Boy ve kilo ilerlemesinin aylar aldığını, küçük kardeşi usanana kadar o oyuncakla oynamaması-nın daha doğu olduğunu, konuşanın sözünü kesmemesi gerektiğini öğrenmesi için her durumu değerlendirmelisiniz. Bayramın gelişini, uzun bir otobüs yolculuğunu, annenin kardeşe hamileliğini bu eğitim için kullanabilirsiniz. Hava tahmin raporu yarın için yağmurlu diyorsa, çocuğunuza “Yarın hava yağışlı olmazsa seni parka götüreceğim.” diyebilirsiniz. Yağmur yağarsa çocuğunuz sabredecek, yağmazsa siz sözünüzü tutacaksınız. Parka götürdüğünüzde, tekrar tekrar dener ve sizin söylediklerinize kulak verirse tek başına salıncakta sallanmayı öğrenebileceğini söylemeli ve kendi gelişimini izlemesine fırsat tanımalısınız. Misafir bekliyorsanız ve misafirin saat kaçta geleceğini bilmiyorsanız bunu onunla paylaşmalısınız. Ciddi bir hastalık geçiriyorsa doktorunun muhtemelen kan tahlili isteyeceğini ve bunun biraz can yakıcı olduğunu ona söylemelisiniz.
Çocuklar, sabrın her türlüsünü tanımalıdır. Kimi şeyler için birkaç dakika, kimi şeyler içinse senelerce dayanmak gerektiğini onlara anlatmalıyız. Çocuklara şunu da öğretmeliyiz: Bazı şeyler için ne kadar beklememiz gerektiğini net olarak biliriz, bazı şeyler içinse bilemeyiz. Büyük bir başarıya imza atmak ve kalıcı bir eser ortaya koymak, çocuk dünyaya getirmek gibi sevindirici ve coşkuludur. Fakat bunun “doğum”dan farklı tarafları vardır. Her işin kendine göre olgunlaşma süresi vardır ve herkesin iş bitirme gücü de farklıdır. Bu yüzden kalkıştığımız işin sonunu görmek için “hamilelik’ gibi genel geçer bir zaman tahdidi belirlemek doğru olmaz. Böyle olunca da çoğu insan sabırsızlanmaya başlar. Arzu edilenlerin gerçekleşmesi için acele etmekse genelde boşunadır. Ya çırpındığımızla kalırız ve netice iyice gecikir yahut da işler büsbütün sarpa sarar.
Sabır eğitimi almayan çocuk, zayıf karakterli olur, teşebbüs ruhu yoktur onda, çabuk ve kolay vazgeçer, bunalımlıdır, streslidir, mızmızdır, mutsuzdur. Dertliyken veya hastayken tekrar doğru-labilmesi için; yoksul düştüğünde yahut işsiz kaldığında hayata küsmemesi için; işçiyken patronuna, âmirken çalışanlarına saygılı davranması için çocuğumuza sabretmeyi küçükken öğretmeliyiz. Yoksa daha okul çağında problemler başlar. Çocuğumuz okul notlarının açıklanmasını beklemek yerine onları mursamamayı tercih edebilir. Ders sonu zilinin çalmasını dört gözle bekleyip son dakikayı geri sayımla geçiren bir öğrenci olup çıkabilir. Bunun daha kötüsü de var; bazı öğrenciler kalemi elinden bırakmak için sınavın bitmesini bile beklemiyor!
“Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir.” diyerek yan gelip yatmak değildir sabır. Sabır, diğer faziletlerle birlikte olgunlaşır. Gayret ve tevekkül ehli olmayan, sabır ehli de olamaz. Nimete şükretmeyen, külfete de sabrede-mez. Böyleleri, dayanıklı birini gördüklerinde “Onda peygamber sabrı var.” der geçer. “Sabreden derviş, murâdına ermiş.” sözünü, kendileri derviş olmadıkları için, hiç üzerlerine almazlar. Sabrın en yücesi elbette peygamberlerdedir, fakat sıradan insanlar da sabretmeyi bilmelidir. Murâda ermek için de derviş olmak için de sabretmeye ihtiyacımız var.
Yetişmemiz gereken çok önemli işlerimiz var. Çok yoğunuz. O kadar yoğunuz ki bir saniyelik zamanımız bile yok. Bu yoğunluk bizden sabır da bırakmıyor.