Araştırma

Tabiattaki Mühendis Bal Arısı

Bal; insanoğlunun en değerli gıdası, nice dertlerin devası, yetmiş peygamberin duasıdır. Bedenlerin cilası, lezzetlerin âlâsı, arının ömürlük davasıdır.

Yaratılışta değerli şeyler, hakir olanların içine gizlenmiştir. Hazine, viranelerde saklanmıştır. İpek, en küçük canlılardan ipek böceğinin; inci, vahşi deniz hayvanlarından sedefin bünyesindedir. Altın, gümüş, firuze gibi değerli madenler, sıradan taşlar içerisindedir. Bal da, uçan hayvanların en zayıflarından arının uhdesindedir.

Arı, yaptığı balı insanlara karşılıksız verdiği için, Kur’ân-ı Kerîm’de “nahl” diye zikredilmiştir. Nahl; atiyye, ihsan demektir. Haklarını teslim edelim, arılar, bizlere Hazreti Allah’ın hediyesidir. Bir deyiş vardır: Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa, insanlığın sadece dört yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme olmaz; bitkiler kurur, hayvanlar yaşayamaz. Bu deyiş, tartışmaya açıktır. Fakat şu kadar var ki durmadan dinlenmeden çalışan arıların, hayat için görevleri pek büyük ve zaruridir.

İbretâmiz

Aerodinamik kurallara göre, vücut şekillerinden dolayı arıların uçamaması gerekirdi. Fakat kanatlarındaki makro titreşimler ve yüksek frekanslı salınımlar sayesinde uçabiliyorlar; hem de iki milyon kilometrelik yol kat ediyorlar. Günde yirmi bin çiçeği ziyaret edip bitkilerden topladıkları nektarları, petek gözlerine yerleştiriyorlar. Bunca emek ve ince işçilikle meydana gelen balı, bizlere ikram ediyorlar.

Arılar, insanlar gibi topluluk hâlinde yaşarlar. Aralarında çeşitli ritmik hareketlerle iletişim kurarlar. Kovan içinde ana arı, işçi arılar ve erkek arılar, uyum içinde işlerini yaparlar. Saniyede 250 kez kanat çırpan bu canlılar, vücut ağırlıklarının 330 katına kadar yük taşıyabilirler. Bu müstesna kabiliyetleriyle tek bir hedefe odaklanırlar; bal!

Bu çalışkan canlılar, pergel ve cetvel olmadan birbirine eşit altıgenler şeklinde peteklerini örerler. Ördükleri bu minik evlerde, mühendislerin ancak âlet ve edevatla ortaya çıkarabildikleri ustalık ve güzel sanatı icra ederler. Hattat ve şair Abdulkadir Efendi’nin Arınâme’sinde dediği gibi; “Gelse bütün ehl-i fünun araya / Benzetemez yaptığını arıya.” Arılar, yüzey alanı geniş olduğu için altıgeni tercih ederler. Ayrıca daire ve diğer çokgenler birleştirildiğinde aralarında boşluk kalırken, altıgenler bir araya geldiğinde arada boşluk kalmaz.

Arılar, zakkum hariç bütün bitki özlerinden istifade ederler. Farkında olmadan çiçek tozlarını bir bitkiden diğerine taşıyarak çiçeklerin üremesini sağlarlar. Topladıkları nektar ve özleri, enzimleriyle olgunlaştırırlar. Hazırladıkları balı yalnızca temiz yerlere bırakırlar; necis yere konmazlar, kirli kovanda durmazlar.

Lezzet ve acı bir arada

Çoğu defa zıtları bir araya toplamak, kudret-i İlahinin mükemmelliğine delildir. Arıda, şifalı bal ile beraber kendini müdafaa edeceği acılı bir zehir bulunur. Arkasında iğnesi, ağzında balı ile çiçeklerle kovan arasında çalışır durur. Yedikleri acı, tatlı veya ekşi olsa da onların özünü alır; verdiği bal hep tatlı olur. İnsan da hem gam hem neşe vaktinde hâline razı olmayı bilirse, arı gibi, işlerinin sonu hep hayırlı olur.

Arı Duru Söz: Hedefi belli olanın, bakışı bulanık olmaz, kalbi kasvetli olmaz; hedefine odaklananın, dünyası heba olmaz.

Bal, yenilen gıdaların en tatlısıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de “asel” ismiyle zikredilmektedir. İçine konulanı muhafaza ettiği için; bir adı da “El-hafızul-emin”dir. Eti üç ay, meyveyi altı ay bozulmaktan koruyabilir. Bu sebepten “asıl azmaz, asel kokmaz” denir.

Balın bileşiminde iki yüz çeşit madde vardır. Temelde ağırlıklı olarak bulunan meyve şekerleriyle beraber enzimler, vitaminler, mineraller ve su bulunur. İnsan vücudunda sentezlenemeyen esansiyel aminoasitlerin tamamı da balda mevcuttur. Hakiki bal, soğuk ortamda şekerlenir, yani içeriğindeki polenin tetiklemesiyle kristalize olur. Arının yaşına göre balın rengi değişir. Nektarı genç arı işlediğinde beyaz, orta yaşlı arı işlediğinde sarı, ihtiyar arı işlediğinde kızıl renkte olur. Özlerin alındığı çiçeklere ve iklime göre kıvamı da değişir. Artvin yöresinin akasya balı, Trakya’nın ayçiçek balı, Ege’nin çam balı, Doğu Karadeniz’de üretilen deli bal, Rize Ayder Yaylası’ndan bölgeye has endemik çiçeklerin özünü barındıran anzer balı; yöresine göre bal çeşitleridir.

Bal, tarihte hekimler tarafından kuvvetlendirici, tedavi edici ve tatlandırıcı olarak kullanılmıştır. Kesikler ve yaralar, sindirim bozuklukları başta olmak üzere pek çok hastalık balla tedavi edilmiştir. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de balı sever ve yenilmesini tavsiye ederdi. Kendisine bal hediye edildiğinde, ashabı arasında kaşık kaşık bölüştürürdü. “Şifa veren iki şeye devam ediniz; bal ve Kur’ân-ı Kerîm’e.” buyururdu. Bal cismanî, Kur’ân-ı Kerîm de ruhanî hastalıklara devadır.

Balın tabiatında üç vasıf belirgindir; şifa, yumuşaklık ve tatlılık. Başı okşanınca gülümseyen bir çocuk, eli öpülünce nasihat eden bir büyük, çayınıza sohbetiyle eşlik eden bir dost, bal gibi tatlıdır, ruha şifadır. Damak, balla; hayat, sevgiyle şenlenir. İbret nazarıyla bakanlar için; arının bal için verdiği her emekte, tefekkürle alınacak nice öğütler var. Arı söğüdü, akıllı öğüdü sever demişler…

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu