SeyahatAile Özel

Veda

İki Çocuk Bir Umre

“Ben yürüyeceğim baba, dedi. Eşimle birbirimize baktık. Belki de şu el kadar çocuk da yürüyerek tadını ala ala tavaf yapmak istiyordu.”

Sabah kalktığımda her tarafım ağrıyordu. Sol ayağımın üstüne basmakta zorlanıyordum. Uzun zamandır hiç hareket etmeyip birden bu kadar yürüyünce, fena halde kas ağrısı baş göstermişti. Sabah namazına o halde nasıl gittim, bilmiyorum. Namazdan dönüşte biraz açılır gibi oldum; az bir yorgunluk değildi üzerimdeki. Kahvaltı sonrası biraz daha dinlendim. Akşama kadar gücümü toplamalıydım. Çünkü akşam Sevr Dağı’na gidecektik.

Büşra yorgun değildi. Ama eşim ve Ece de benden farksızdı. Öğle ve ikindi namazına ailecek gittik. Eşim akşamki Sevr programına, “Biz katılmasak olur mu?” dedi. Ece biraz yorgunmuş. Ben de tam toparlanamadım. Bir gün sonra olsa olurdu; ama bu akşam çok zor bizim için. İçimden, acaba kızları iki gün üst üste bu programlara götürmekle çok mu zorlamış olurum, diye geçirmiştim. Eşim haklıydı sanırım. Tamam, dedim; ben arkadaşlarımla giderim.

Aslında akşam namazını da kılmak istiyordum. Fakat saat 7’de Sevr için yolculuk başlayacaktı. Yemekten sonra ancak hazırlanıp çıkabilirdim. Yemek saatinde gençlerin masasına oturup “Sevr’e çıkıyor muyuz arkadaşlar?”, dedim. “Abi sen emin misin Sevr’e çıkmaya?” dediler. Yol, dün geceye göre daha uzun ve yorucu. Evet, dedim; çocuklar gelmiyor, diye ben neden çıkmayayım?

“Madem çocuklar yok, o halde beraberiz.”

“Bir saat olmadan çıkarız.” dediler. Haydi bakalım, dedik. Akşam namazı sonrası düştük yola. Yatsıyı zirvede kılacak, üstüne bir de hatim yapacaktık. İki otobüs Sevr gönüllüsü, sekize on kala Sevr Dağı’nın eteklerindeydik. İlk dakikalarda Cebel-i Nur’dan daha kolay gelmişti, bana tırmanmak. Birazı düz yol, birazı merdivendi. Merdivenler Nur Dağı’ndaki gibi uzun ve büyük değil, kısa ve genişti. Bir miktar yürüdükten sonra inenlerle karşılaştık.

Daha çok yolumuz olduğunu söylediler, Allah kabul etsin ziyaretinizi, dediler. Bir miktar daha yürüyünce yolda merdiven yapan Pakistanlı kardeşlerimizle karşılaştık. Ne kadar yolumuz var diye sorduğumuzda daha üçte birini bitirdiğimizi söylediler. Dünden yorgun bacaklarımız zorlansa da zirveyi gördük. Mübarek mağarayı ziyaret ettik. İki rekat namaz kılmak nasip oldu.

Esen rüzgâr sırtımızı üşütüyordu. İyi ki yanımızda temiz çamaşır getirmiştik. Terden su gibi olan elbiselerimizi temizleriyle değiştirince üşümemiz de dindi. Herkes zirveye ulaşınca birlikte yatsı namazını kılıp dualar ettik. Rehberimiz, Peygamber Efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) Hazreti Ebubekir’e (radiyallâhü anh) tarif ettikleri üzere uzun uzun sohbet etti. Dinledik. Aşağıya iniş, çıkıştan daha zordu.

Yolda karşılaştıklarımıza moral verdik. Yukarı çıkarken söz verdiğimiz merdiven yapan kardeşlerimize, sadaka verdik. Unuttuklarımız bize, ‘hacı, dönüşte verecektin’, diye hatırlattılar. Dilimizi bilmeyen bir Pakistanlıdan bunları duymak bizi gülümsetti. Yorgunluğumuzu alıverdi. Aşağıya indiğimizde dizlerimiz titriyordu. Otobüsü beklemeden taksiyle döndük. Kızlar, çoktan uyumuştu. Eşim, gece lambasının cansız ışığında Kur’ân-ı Kerîm okuyordu. Gece iyi dinlenmemiz ve yarınki Cirane umresine hazır olmamız gerekiyordu.

Sabah namazı ve kahvaltıdan sonra mikat mahalline gittik. İhramlarımıza iyice alışsak da artık sona yaklaşmıştık. Bugün son umremiz, yarın yolculuk vardı. İhram namazının ardından hocamız Cirane’nin öneminden bahseden konuşma yaptı. Hava çok sıcak olduğu için fazla uzatmadı. Hemen niyetimizi aldık Mekke-i Mükerreme’ye doğru yola çıktık. Otobüs şoförü bizi bir alt geçitte indirdi. Yürüyen merdivenlerle yukarı çıktığımızda, Mescid-i Haram’ın umre kapısına çıktığımızı anladık. Büşra’nın elinden ben tuttum, Ece’nin elinden annesi. Kapıya gelince Büşra, tuvaletinin geldiğini söyledi. Mecburen gruptan ayrılmak zorunda kaldık. Grup hocamızdan müsaade isteyip tuvalete gideceğimizi söyledim. Umreyi kendiniz yapabilirsiniz herhalde, dedi.

“Yaparız hocam.” dedim. Herkes tavaf için Kâbe-i Muazzama’ya yöneldi, biz dışarıda kaldık. Eşim ve Büşra en yakın tuvalete gidince Ece ile ben de abdest tazeledik. Umre kapısında buluştuk. Biz kapıdan girerken ikindi ezanı okunmaya başladı.

Yine de ulaşabildik tavaf için Kâbe-i Muazzama’nın yanı başına. Bir şavtın ardından kamet getirilmeye başlayınca eşim ve kızlar, hanımlara ayrılan bölüme geçti. Tam Kâbe-i Muazzama’nın kapısının karşısında saf tuttum. Kâbe-i Muazzama’yı seyrede seyrede kıldım namazı. Sonra kızlarla buluştuk. Sırt kangurusuna Büşra’yı yerleştirmek istedik. Ben yürüyeceğim baba, dedi. Eşimle birbirimize baktık. Belki şu el kadar çocuk da yürüyerek, hissede ede tavaf yapmak istiyordu.

Kaldığımız yerden devam ettik tavafa. Önde ben ve Büşra, arkamızda Ece ile annesi. Bir elimde Büşra’nın eli, diğer elimde tavaf dualarının yazılı olduğu kitapçık. Önce ben okuyordum, sonra onlar tekrar ediyorlardı. Hacer-i Esved’i hep birlikte selamlıyorduk. Böylece tavafı tamamlayıp sa’ye geçtik. Büşra yorulmuştu. Kanguruyu belime bağladım Büşra’yı içine oturttuk. Sa’ye başladık. Yeşil ışığa gelince birlikte koştuk, duasını okuyarak.

İkinci şavttan sonra yine tuvalet molası verdik mecburen. Mola vermişken çantamızdaki yiyeceklerle ufak bir atıştırma yaptı kızlar. Enerjilerini toplamışlardı. Kaldığımız yerden devam ettik sa’ye. Merve ve Safa’da ayrı ayrı dualar okuyup bitirdik sa’yımızı. Akşam ezanı okunmak üzereydi. Nerede kamet getirildiyse orada durduk namaza. Ardından gözyaşları ile vedalaştık Beytullah ile. Gelenler için bir daha gelmeyi; gelemeyenler için, en kısa zamanda ziyaret edebilmeyi temenni ettik.

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu