Haritalara bakmayı sever misiniz? Dünya haritasını elinize alıp uzun uzun incelediğiniz, ya da Afrika fiziki ve beşeri haritasını detaylı bir şekilde analiz ettiğiniz oldu mu? Eğer incelediyseniz Afrika’da varlıkla yokluğun bir arada olduğunu görmüşsünüzdür. Suyun, elektriğin, medeniyetin “yokluğu” elmasın, petrolün ve tabi güzelliklerin “zenginliği” dikkatinizi çekmiştir. Peki, nasıl oluyor da koca bir kıta böylesi uç noktaları simgeler hale geliyor?
[ Yazı: Ömer Demir, Fotoğraflar: Metin Alkış, Röportajlar: Ekrem Zor ]
Azıcık tarih-coğrafya bilgisi ile dünya haritasına bakanlar Afrika’nın uç noktalarda bulunmasına farklı cevaplar verecektir. Çoğunluk devlet sınırlarına dikkat kesp edecek ve siyasî iradenin zafiyetinden bahsedecektir. Fizikî ve beşerî haritayı ön planda tutanlara göre durum farklıdır. Onlara göre Afrikalıların varlık içinde yokluk çekmelerinin sebebi, ortak kaynakları beraber kullanamamalarıdır. Çünkü kabilecilikten kurtulamamışlardır.
Bir de özel haritalar vardır. Aslında bunlar Afrika’yı daha iyi gösterir bize. Yüzyıllardır Afrika için çalışan birçok devlet ve firmanın da kendine ait özel haritalar yaptığı biliniyor. Kendi menfaatleri için firmalar Afrika’nın elmas, petrol, endemik bitki haritasını çıkartmış durumdalar. Ancak Afrika’nın teni siyah kalbi beyaz insanlarının menfaatini gözeten, birbirinden değerli haritalar yapanlar da yok değil.
Diversity Derneği’nin öncülüğünde İnsan ve Hayat Dergisi olarak, dünyanın en fakir ikinci ülkesi Nijer’e yapılan 8 su kuyusunun açılışına katılmak için bir yolculuk yaptık. Niamey Havaalanında olanca samimiyetleri ile taksiciler karşılıyor bizi. Havada ise ilk defa duyduğumuz bir koku kalacağımız yere kadar bizi takip ediyor. Ütü yaparken elbisenizi yaktığınızda ortaya çıkan koku havada hâkim, bunu ancak sabah kalktığımızda tanımlayabiliyoruz. Aralık ayında yükselen yakıcı güneş şehri, dükkânları ve pazar yerini hızla ısıtmış. 36 °C’lik sıcaklık Afrika’nın yanık kokusunu bize açıklıyor.
Afrika, fotoğraflara kokusunu vermiyor
Dünyanın en sıcak başşehri Niamey’den Dosso’ya doğru yola koyulduğumuzda güneşin yavaş yavaş nasıl da toprağı kuruttuğuna ve ağaçların sayısının azalırken boylarının devasa boyutlara ulaştığına şahit oluyoruz. Nijer tropikal iklim, savan iklimi ve çöl ikliminin beraber göründüğü nadir ülkelerden biri. Ülkenin güneş ışınlarını nispeten dik aldığı güney kısımlarda yağmur ormanları var. Buranın insanlarının teni daha koyu ve kendileri de hayvanları da iri cüsseli.
Niamey’den kuzeye doğru çıktığımızda önce savan ikliminin devasa yapraksız baobad ağaçlarını görüyoruz. Diversity Derneği’nin su kuyusu açtığı bölgelerde sahrayı tek başına bekleyen bu devasa baobad ağacının yanında cılız bedenli insanlar ve onların güttükleri oğlak ile keçi arası hayvanlar var. Kuzeydeki Agadez bölgesine doğru ise zürafaların çok sevdiği Nijerlilerin balanza dedikleri “ana ağaç” geniş bir alana yayılıyor. Ve çöle çalan bu bölgede sizi artan susuzluk, zayıf düşmüş insan ve hayvan bedenleri karşılıyor.
Bir su kuyusu ne kadar önemli olabilir ki?
Dosso’dan yaklaşık 100 km toprak yoldan giderek ulaştığımız Angodoka köylüleri kuyuları açıldığı için o kadar mutlular ki anlatmak mümkün değil. Çocukların gözleri her şeyi özetliyor. Onların şef dedikleri, köyün ileri geleni diyebileceğimiz Zekeriya Amca tekrar tekrar teşekkür ediyor, uzun uzun dua ediyor. Kuyuların kazılmasında ve suyun tulumba ile kullanıma sunulmasına yardımcı olan Niamey’li Münkela Bey aracılığı ile Zekeriya Amcayı dinliyoruz. Köyde kuyu açılmadan önce kadınlar başlarının üzerine koydukları en az 25 litrelik kovalarla 3 kilometre uzaklıktan su taşıyorlarmış. Şimdi ise rahatlıkla temizlik yapabilecek, yemeklerini pişirebilecek, abdest alabilecekleri için çok memnunlar. Özellikle yaşlı kadınların yerlere eğilerek kuyuları açanlara, vesile olanlara dua etmelerinin asıl sebebi bu zorluktan kurtulmaları. Kuyu, orada hayata tutunmak demek…
Kuyular halka kaynaşmanın vasıtası oluyor.
iktisat Bakanlığında bir bürokrat olan Hüseyin Bey su kuyularının toplumun sosyal dokusunu yeniden işlediğini anlatıyor. Bir bölgede su yoksa insanlar göç etmek zorunda kalıyor. Bölgelerinden göç etmeye başlayan insanlar Niamey’de tutunamazlarsa Avrupa ülkelerine doğru bir yolculuk başlıyor. Asıl problem diyor Hüseyin Bey “Bölgelerinden uzaklaştıkça dinlerinden ve ahlaklarından yavaş yavaş kopuyor olmaları.”
Tulumba başında suyla oynan çocukların şen çığlıkları arasından çıkıp sohbetimize katılan, Diversity Derneğinin buradaki şubesi UICT’den (Üniversal Islamic and Cultural Trust) Ismail Bey Türkiye’den gelenler için bir su kuyusunun nasıl önemli olabileceğini kendice anlatıyor. Afrika halkı yüzyıllardır Batılı beyaz adamın sömürüsü altında yaşadığı için Türklere de şüpheyle yaklaşıyorlar. Afrika’nın köylerine açılan su kuyuları şüpheleri yavaş yavaş bertaraf ediyor. Açtıkları hiçbir su kuyusunu kendi haline bırakmadıklarını anlatan İsmail Bey bir müddet sonra kuyuların halkla ilişkiler çalışmasına döndüğünü görmüş. “Şayet kuyu açılan bir köye ikinci defa gelmişsek, insanlar bizi kendi komşularından daha muhabbetle kucaklıyorlar.” diyor.
Afrikalıların neye ihtiyacı var?
Rıdvan Erdal (Sosyolog-Diversity Derneği) “Afrikalılar, içinde cevheri sağlam, küçük dokunuşlarla o cevheri ortaya çıkartabilen değerli bir halk. Hem mazlum hem de mağdur; son derece kanaatkâr, yarın endişesi taşımayan insanlar. Tevekkülleri çok sağlam. Küçücük manevi dünyaları olan bu halkın en çok ihtiyaç duydukları şey onurlarının incitilmemesi ve insani olarak kıymet verildiğini hissetmeleri. Afrika’nın birçok bölgesinde fotoğraf çeken insanları taşlamalarının sebebi haysiyetlerini inciteceklerini, mazlum ve mağdur görünüşlerinden çıkar sağlayacaklarını düşünmeleridir.
Manevi ve gönül dünyalarını tamir edecek, kardeşlik ruhunu aşılayacak ve onlara küçük dokunuşlarda bulunacak bir duruşu olanların yardımına ihtiyaçları var. Biz de âb-ı hayat su kuyusu, yardım kumanyaları, sağlık programları ve sünnet programları tertip ediyoruz.”
Herkes burada hemcinsini arıyor
Orta Afrika’nın toprağı kırmızı, insanı mütebessim bu memleketinde her köyde 20 hane var. Ancak bu köyler Anadolu köylerinden iki kat daha kalabalık ve canlılığa sahipler. Karşıdan baktığınızda köylerde 3-5 kişi vardır diyorsunuz; ancak yaklaştığınızda 15-20 hane köyde sizi 150200 kişi karşılıyor.
Masraflarını kendi karşıladığı su kuyusu için Garinganku köyüne kadar gelerek açılışına katılan Şefik Bey, Afrika’ya safari için gelenleri anlayamadığını söylüyor. “Burada insanlar o kadar samimi, mutlu ve temiz kalpli ki. insanlar için değil de safaride hayvanların peşinde koşmak ne kadar doğru olur?” Dünyanın her yerinde olduğu gibi Afrika’ya gelen insanlar hemcinsini arıyor. Güzel insanları arayan, Afrika’da da olsa buluyor.
Hayatın rengi siyah ve gri
İkinci gün hayvancılık ile uğraşan Mamey kabilesinde açılan kuyulara gidiyoruz. Kabilenin bütün insanlarının gözlerinin altı boyanmış. Âdeta damgalanmış gibi duruyorlar. Geniş bir tahta havanda darı tohumlarına benzer yöresel “mil” tohumu döven yaşlı ninenin gözaltı da işaretlenmiş.
Koltuk altından beline bağladığı büyük pala bıçağı ile Hindistan cevizine tırmanan gençte de aynı durum var. Kavga sırasında birbirlerini tanımak için çocukluktan bu damgaları yapıyorlarmış. Şoförümüz Zega da bunu gülümseyerek onaylıyor.
Bu hadise Afrika sosyal hayatının siyah yüzünü gösteriyor. Her ne kadar bunun gibi Afrika’nın acımasız yüzünü gösteren hadiseler olsa da aslında Afrika’nın geleceği umut vaadediyor.
Pazar yerini gezerken farklı etnik grupların bir arada ahenk içinde nasıl yaşadıklarını gördük. Ayrıca burada insanlar girişimciliğe çok yatkınlar. Dilimler haline getirdiği Hindistan Cevizini satmaya çalışan bir çocuk, resmi dil Fransızcayı bilmiyor. Hemen yanındaki çocuk onun Hausa dilinde konuştuklarını bize tercüme ediyor. ikinci çocuk ikisi yerli ikisi ulusal dört dil konuşabiliyormuş. Her yerde olduğu gibi Afrika’da da insanlar (kaynak bolluğuna rağmen) azalan kaynaklarını korumak bahanesiyle komşularıyla savaşmaktan başka çare bulamıyor olabilirler. Şimdiden 4 dil konuşan bu çocuklar yetiştiğinde, bölgenin kaderinin değişeceğinden şüphemiz yok…
Usta neyi görüyor?
Son gün iki ayrı yerde inşaat ve temel atmaya şahit oluyoruz. Önce havaalanına yakın Türklerle Nijerlilerin beraber çalıştıkları inşaatı geziyoruz. Haydar Usta bölge insanının neden disiplinli çalışmadığını anlatıyor. Ama kendisini sevdikten sonra ne kadar fedakar olabildiklerinden de bahsediyor. Uzun Ramazan günlerinde yaptıkları bahçe duvarının inşası sırasında oruçlu olmalarına rağmen, hiçbiri işini aksatmadan çalışmış. Bu, Haydar Usta’yı çok duygulandırmış.
Öğleden sonra gittiğimiz temel atma sırasında ise buralardan ayrılmanın burukluğu herkese sirayet etmişti. Afrika’da şahit olduğumuz manzara karşısında fikir yürütüyorduk. Tekstil işi yapan Şefik Bey Nijer Nehrine baraj yaparlarsa yüzde 11 olan elektrik kullanımı ülkede artabilir, yeni açılan tarım arazilerine pamuk ekilebilir, yorumunu yapıyor. Ekrem Bey böylece insanların elbise ihtiyaçları sağlanabilir, diyerek konuyu tamamlıyor. Metin Bey ise dümdüz arazilere yerleşim ve tarım yerlerini konduruyor. “Arazi o kadar elverişli ki zemin suyuna ulaşmak yeterli olur.” diyor. Bulduğumuz eksiklileri de sıralıyoruz biraz cesaret, biraz da Afrika insanının karakterinin değişmesi.
Cümleler sıralanıp giderken aklıma Haydar Usta geliyor. Hiç dilini bilmediği bu insanlara el kol işareti ile devasa bir külliye yaptırıyor. İşini bilen usta cesareti ile çalışmayı öğretiyor onlara.
Karakterleri değiştirme konusunda ise daha cesur ustalara ihtiyaç var.
Akılda kalan afrikalı gözler
Afrika’ya gideceğimi duyan bir dostum, oraya vermek üzere adak kurbanı parasını bana teslim ederken “Herkesin getirmediği şeyler getir oradan; fotoğraf kastetmiyorum Afrikalıların duygularını getir.” demişti. Şimdi baktığımda şoförümüz Zega’nın bütün beyazlara karşı takındığı ürkek tavrı ve insana güvensizlik hissi veren bakışları aklımdan çıkmıyor. Beş dil bilen ve kuyularımızın müteahhitliğini yapan Munkala’nın iş bitirici ve sevecen duruşu ise farklı bir kare. Eğitime yeni başlayan çocukların gözlerindeki enerji, ergenlik çağına giren çocukların baygın bakışları, dükkanına girdiğimiz esnafın asırlardır süren sömürünün acısını çıkartma gayreti, Garinganku Köyü’ndeki Ebubekir Amca’nın “Sizi gördüm ya, artık İslamiyet’in yükseleceğine kanaatim tam oldu.” derkenki gözlerindeki yaşlar. Suya muhtaç bir damla insandan topladığımız duygular bunlar oluyor.
Afrika’da Su Ne Demek?
- Afrika için temiz su temizlik, sağlık, açlıktan ve fakirlikten kurtulmak demek.
- Afrikalı kadınların su bulmak için yılda 40 milyon saat harcaması demek. Bu Türkiye’nin yıllık çalışma saatine eşit.
- Suya yatırım demek, 1 koyup 5 almak demek. 1 liralık yatırım ile hastalık için harcanacak 5 liradan kurtulmak demek,
- Yılda 3.4 milyon insanın suya ulaşamamasından dolayı hastalanıp ölmesi demek.
- Görülen hastalıkların %80’i su ve hijyen problemiyle alakalı.
- Sudan sebeplerle dünyada tuvalet ihtiyacının ancak 3/1’i karşılanabilmiş durumda.
- Siz de insanların %11’inin suya hiç ulaşamadığı dünyada, bağış yapabilirsiniz, insani yardım projelerine dahil olabilirsiniz ya da bu insanların sesi olabilirsiniz.
Öyle güzel ifadeler ile anlatılmış ki, kalbim,ruhum oradaydı sanki. Okudukca tekrar tekrar okudum ve bu sahneleri yaşayanlar ile bizzat görüşüp dinlemek ayrı bir lütufdu. Kaleminize ve yayınınıza sağlık. İzninizle Yenifikir Haber sitemizdeki köşe yazımda bazı alıntılar yaptım.
Saygılarımla.