EdebiyatEğitim

Büyük Sanatçıların Gizlenmiş Hayatları

Kitabı okuyup bitirdiğinizde Picasso için söylenen sözden hareketle “İyi bir sanatçı olmak ve şöhretli bir eser koymak, şöhret olmak bu hayat için yeterli bir kıstas mı?” sorusunu cevaplamak zorunda kalabilirsiniz.

Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları kitabını alıp karıştırmaya başladığınızda “Öğretmenlerin size ünlü ressamlar ve heykeltıraşlar hakkında asla anlatmadığı şeyler” ifadesi ister istemez, merak uyandırıyor. Kitabın yazarının bir gazeteci olması ilk cümlenin bir tiraj kaygısı olduğunu hissettirdi. Ancak Elizabeth Lunday’in mimari ve sanat sahasında uzman gazeteci olduğu için böyle bir kitap kaleme alması normal aslında. Ortalama okur kitlesini iyi tahlil ettiği anlaşılan yazarın, asla anlatılmayan gizli hayatlar hissiyatının, zihinlerde farklı çağrışımlar yapmak için özenle seçilmiş olduğun anlamak zor değil!

insanî bir hasletin gereği olarak hadiselerin arka planını, elde edilen sonucun neden ve nasıl bu hale geldiğini merak ederiz. Büyük sanatçı diye bildiklerimizin hayatları, eserleri kadar iyi değilmiş aslında. Avrupa edebiyatı, sanat ve mimarisini oluşturmuş, sonrasına da tesir edip yön vermiş sanatçıların neredeyse tamamının yaşadığı dönemde, çeşitli kötü alışkanlık, hatta sapıklıklarla özdeşleşmiş olması tesadüf olarak görülebilir mi? Örneğin farklı cinsel eğilimlere sahip Da Vinci, şiddete meyli yüksek ve hatta cinayet işlemiş olan Caravaggio, karısıyla evdeki kavgalarını sokağa, herkesin önüne taşımaktan çekinmeyip onunla dövüşen Edvard Hopper, yaşadığı evlenme ve boşanmalarla aile kavramını yerlerde süründüren Picasso bunlardan sadece bazıları. Uyuşturucu müptelası olanlar, ayık gezmeyenler cabası… Kitaptan dikkat çekici birkaç anekdot.

Kaşı yolunan ve kaçak Mona Lisa

Herkes Mona Lisa’nın yarı gülen yarı hüzünlenen yüzüne bakarken kaşlarının olmadığını fark eden kaç kişi var acaba? Ya Leonardo onu hiç resmetmedi ya da bir restorasyonda kaşlar kazara yolunmuştu. Mona Lisa’yı meşhur yapan ise bir hırsızlık hadisesi idi. 1503 yılında yapılan tablo, Fransız Devrimi’nden sonra Napolyon’un sarayına alındı. 1804’te sarayın müzeye dönüştürülen bölümüne konuldu. Kimsenin haberi yoktu bu tablodan. Mona Lisa’yı şahesere dönüştürmek için Fransız sembolist şairlerin kalemini oynatması gerekiyordu ve de tablo çalınmalıydı ki halk nezdinde popüler olsun.

1911 yılında sıradan bir müze ziyaretçisi Mona Lisa’nın duvarda olmadığını fark etti. Baştan savma bir soruşturma sonunda eserin ebediyen kaybolduğu zannedildi. 1913’te Vincenzo adında Paris’teki Louvre Müze’si çalışanı eseri satmak için Florensalı yani italyan bir sanat simsarı ile temasa geçti. Müze çalışanının gece süpürge dolabına sakladığı sabah da paltosunun altına sıkıştırılmış resimle kaçtığı anlaşıldı. Bahane olarak italyan asıllı olan Da Vinci’nin eseri de italya’da olmalı iddiası ortalıkta dolaştı. Mona Lisa’nın bulunuşu uluslar arası bir hadise haline geldi ve şöhreti de artırılmıştı. ‘Herhangi bir şeyi ender olarak bitiren adamın yaptığı portre’ kurşun geçirmez tabloda özel sergi mekanına asılıyordu.

‘Ahlaktan söz ediyorsak beş para etmezsin’

Kübizm’in en önemli temsilcisi addedilen Picasso, pasaklı diye vasıflanıyor. Çünkü, kağıt, makbuz, tuval, boş şişe ve ekmek kabuğundan oluşan yığınların arasında çalışırdı. Picasso kasırga gibi bir hayat yaşadı, arkasında bir tahribat izi bıraktı. Dora Maar, Picasso onu Françoise Gilot için terk edince, sinir krizi geçirdi. En büyük oğlu, onun adını taşıyan Paulo, babasının şoförlüğünden başka bir meslek ya da meşgale bulamadı ve umutsuz bir alkolik olup çıktı. Gilot’nun çocukları, annelerinin her şeyi anlatan kitabından sonra babalarının hayatının dışında bırakıldılar; Picasso’nun son karısı Jacqueline, onların babalarının cenazesine gelmesini bile yasakladı.

Acılar, Picasso’nun ölümüyle de sona ermedi. Marie-Therese Walter kendini kesti, Jacqueline Roque Picasso da kendini vurdu. Bir sonraki kuşak bile etkilenmişti: Paulo’nun kızı Marina bir kitap yazarak mutsuz çocukluğunun kabahatini büyükbabasında buldu, erkek kardeşi Pablito da peroksit içerek kendini öldürdü. Dora Maar, Picasso’ya şunları söylerken bir şeyler biliyor olabilir: “Sanatçı olarak olağanüstüsün, ama ahlaktan söz ediyorsak, beş para etmezsin.”

Michelangelo’nun Sistine ve Medici şapellerinin tavanlarını resimlediği dönemde vücut temizliğine dikkat etmeyişinden ve kokusu yüzünden asistanlarının kendisiyle çalışmaya dayanamadığını öğreniyoruz. Ve aynı dönemde Mimar Sinan’ın yapacağı eserlerden önce, inşaatta çalışan işçiler için hamam inşa ettirdiğini biliyoruz.

Sanatçıların birçoğunun yaşadığı dönem şartlarında kıymetlerinin bilinmediği, sonraki dönemlerde gerçek değerlerinin anlaşıldığı söylenegelen bir gerçektir. Sonraki nesiller sanatçının özel hayatındaki sırları, zayıflıklarını, çirkinliklerini yani kısaca gerçek yüzlerini bilmedikleri için sadece yeteneğini yansıtan eserlerine değer veriyorlar aslında. Kendilerine değil. Her sanatçı eserini oluştururken kendi hayatından ve felsefesinden koyduğunu bilmek daha açıklayıcı geliyor. Kitabı okuyup bitirdiğinizde Picasso için söylenen sözden hareketle “iyi bir sanatçı olmak ve şöhretli bir eser koymak, şöhret olmak bu hayat için yeterli bir kıstas mı?” sorusunu cevaplamak zorunda kalabilirsiniz.

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu