Çini Sanatı Ayrıntıda Gizli: İznik
Biraz kil, biraz kireç taşı, bir miktar boya ve küçük bir fırın, ortaya çıkan ise tam bir şaheser. Çamurlu ellerden çıkan çiniler, mihrap ve minberdeki yerlerini aldıklarında insan bu tesiri,yeşilin huzuru, mavinin duruşu, turkuaz ve kırmızının cazibesinin mi yaptığını, yoksa zarif işçiliğin üzerindeki Ayet-i Kerime’nin ruhuna bilmediği bir tesir mi bıraktığını anlayamıyor. Ama ayrıntıdaki çini sanatının inceliklerine baktıkça insan, sanattaki zarif dokunuşlardan birinin çini olduğunu kabul ediyor.
[ Yazı: Ömer Demir-Fotoğraflar: Ümit Yüksel ]
oprak ve boyanın kusursuz uyumu, çini sanatı denildiğinde akla İznik ve Kütahya geliyor. Selâtîn camilerinde ve nadide sanat malzemelerinde İznik’in ismi ön planda olsa da bugün Kütahya endüstriyel çinicilikte üretime tam kapasite devam etmektedir. İznik’te küçük atölyelerini ziyaret ettiğimiz çiniciler de kullandıkları malzemelerden kuvarsın (silisyum dioksit) tamamını ve boyaların çoğunu Kütahya’dan aldıklarını söylüyorlar.
Dünü ve bugünüyle İznik çinisi
İznik’in çinicilikte dününü ve bugününü Sultan Hamamı’ndaki dükkânında ziyaret ettiğimiz Coşkun Bey özetliyor. İznik’in çinicilikteki yükseliş, duraklama ve gerileme tarihleri ile Osmanlı Devleti’ne çok benziyormuş. 16. yüzyılda medeniyet ve siyaset alanında adını dünyaya kabul ettiren Osmanlı gibi İznik de çinicilikte “renkli sırlı tekniği” ve “sır altı tekniği” ile kendini dünyaya kabul ettirmiş. Atölyelerde, firuze, mavi, koyu tatlı yeşil, kırmızı, açık lacivert, beyaz ve çok az da olsa siyah olarak 7 renk boyanın sır altına tatbiki, dünya çini sanatında benzeri görülmemiş bir uygulama olmuş. Kabarık parlak mercan kırmızısı çiniler yine ilk defa İznik atölyelerinde 17. yüzyılda yapılmış. O tarihlerde yapılan güzel örnekler bugün ilk günkü canlılığı ile Kanuni Sultan Süleyman ve Eyüp Sultan türbelerinde, Sokullu Mehmet Paşa Camii, Topkapı Sarayı Üçüncü Murad Han Dairesi’nde görülebiliyor.
Çiniciliği ustasından öğrenmiş bir usta
Muhteşem devirler yaşayan İznik çiniciliğinin bugünkü durumunu İznik Vakfi organize ediyor. Kendisi de yıllarca vakıfta görev yapan Coşkun Bey, atölyesini görmemiz için Nurdan Hanım’a rica ediyor. Onun atölyesi de Sultan Hamamı’nın hemen yakınında. Atölye dediğimiz yer küçük bir oda. Bir köşede küçük buzdolabı ebadında fırın, boyaların ve fırçaların bulunduğu küçük bir raf ve Nurdan Hanım’ın devam eden işlerinin bulunduğu masası var.
Nurdan Hanım da yıllarca atölyelerde çalışmış. Önce tahrirleme işi yapmış. Lale, karanfil, gül, narçiçeği ve sümbül gibi motifleri mamulün üzerine düşürmüş. Çinicilik o kadar güzel bir iştir ki diyor: “Her ustanın vuruş usulü farklı olduğu için mamuller birbirinin aynısı olmaz ve bu da el emeğinin göz nurunun kıymetini artırırdı.”
En son işin sırrı olan “sırlamayı” öğrenmiş ustasından. Mamule parlaklık veren hammadde “silis” adıyla bilinirmiş. Çini, boza kıvamındaki bu sıvı ile kaplandığında desenleri zarar görmezmiş.
Sır çekildikten sonra mamul süt görünümünü alır, piştikten sonra ise cam gibi parlarmış. Sırlamanın da sırrı, olması gerektiği kadar silisi sürmekmiş.
Deyimlerin üretildiği mekân
“Astarı yüzünden pahalı”, “işin püf noktası”, “işin sırrı” gibi daha birçok deyimin üretildiği çini atölyeleri aslında en az 7-8 kişiden oluşuyormuş.
İşin mutfak kısmında çalışanların konuşmayı, muhabbeti sevdiğinden midir, yoksa aynı şeyi tekrar tekrar söylemek zoruna olduklarından mıdır bilinmez, deyimler hep buralarda ortaya çıkmış. Usta ellerde çizilen ince kâğıtlardaki motifler, tahrirciler tarafindan toplu iğne ile nokta nokta fırından çıkan çiniye işlenirken haliyle aynı ortamda konuşuluyor, beraber uzun zaman geçiriliyor. Ve aynı iş günde yüzlerce kez yapılıyor. Çalışanların bazıları koyu muhabbete dalarken bazıları ise bu zamanları ince fikirli zikirlere vesile kılıyor.
İznik usulü sır altı tekniği “bisküvi pişirilme”
İznik usulü sır altı tekniğini buraya gelmeden önce duymuştuk. İznik’teki ustalar şimdi bütün çinicilerin bu usulü kullandığını ve buna “bisküvi pişirilme” dendiğini söylüyor. Tarihte ilk defa İznik bölgesinde yapıldığı için bu ismi almış. Bu usule göre değirmende suyla karıştırılan kil, kaolin ve kuvars öğütülerek boya kıvamına getiriliyor. Arkasından 1-2 gün dinlendirme havuzuna alınıyor. Filter presten geçirilerek suyu büyük oranda çıkartılıyor. Vakumlanarak çamurun içindeki hava kesecikleri alınıyor. Eskilerin püf noktası dedikleri, iş bittikten sonra üfleyerek kabarcıkları uzaklaştırma çoğunlukla burada yapılıyor.
Vakumdan sonra çamur, yapılacak mamulün büyüklüğüne göre parçalanıyor. Kündeleme denilen bu iş, Anadolu’da ekmek için hamur yapıldıktan sonra “yumak dökme” işine benziyor.
Kündecinin hazırladığı çamur parçaları, ustaların maharetli ellerinde şekilleniyor. Ustanın elinde şekillendikten sonra alçıya dönüşen mamule astar atılıyor.
Burada hemen “Astarı yüzündeki desenden pahalı mı?” diyoruz. Astar iyi çekilmez ise ürün elde kalabileceğ için böyle söylenmiş. Astar çekildikten sonra 10 saat kadar fırında pişiriliyor,
14 saat de dışarıda bekletiliyor. Buna “bisküvi pişirilme” deniyor. Bu aşamadan sonra mamul dekor verilmeye hazır. Dekordan sonra da sırlanıp fırına tekrar verildiği için buna eskiler “sır altı tekniği” demişler.
Bu kadar emekten sonra mamul çatlar, kırılır, boyası dağılır, rengi solar ise gerçekten yüz astarı yüzünü geçer. Atölyedekilerin ahenkli çalışması, ustanın titiz oluşu ve seçilen hammaddenin kalitesi çininin güzelliğini ortaya çıkartıyor. Bu kadar emeğin sonundaki kusursuz uyum, huzur ortamı ile birleştiğinde ruhlara ulaşan albeniyi ortaya çıkartıyor. Değer mi derseniz, sonunda huzur ortamını oluşturacak bir desen bile olsa ruhlara ulaşan, değer diyoruz.